Hayatlarımız çok farklıydı bu sefer. Çok rahatça olmasakta caddelerde el ele tutuşup yürüyebiliyor, kimseye gözükme korkusu olmadan öpüşebiliyorduk. Minnettarlardık her şey için.
Kafenin önüne vardığımızda gergince ellerimi ayırmış şirin bir gülümsemeyle Taeyong'a dönmüştüm.
"Taeyong sevgilim." Bu cümleyi böyle sesli söyleyebilmek kalbimi durduracak gibi hissettiriyordu. Önceden ne kadar da imkansızdı bu sözcüğü rahatça dile getirebilmek.
"Ben henüz Kun'a açıklamadım. Tam da şu an anlatsak ama o zamana kadar el ele tutuşmasak olur mu?" Çantamın kulpuna asılırken elbette şirin hareketlerle Taeyong'un gönlünü anlamaya çalışıyordum.
Taeyong ise sanki ellerimiz ayrılınca elinden kayıp gidecekmişim gibi hissediyordu. Bunu dile getirmesede biliyordum.
"Ah ben bir generaldim şu düştüğüm hallere bakın." Şirince mırıldandığında gülümseyerek kapıyı aralamıştım.
"Bende bir Kraldım Taeyong. Ama bak kafelerde arkadaşlarımla buluşuyorum."
Gülüşerek Kun'u gördüğüm masasına yaklaştığımızda gözlerimi Taeyong'dan çekip Kun'a çevirmiştim.
"Çiçeğim." Kollarımızı birbirimize doladığımızda mutlulukla soluklandım. Kun'u kaybettiğimdeki hüznümü kesinlikle anlatamazdım. Toparlanamamıştım Kun'dan sonra.
"Ten bak seni kiminle tanıştıracağım." Kun kollarını ayırdığında bir adım yana kayarak arkasındaki sarı saçlı kızın gözükmesini sağlamıştı.
"Kız arkadaşım Sofia." Defalarca kafamda aynı cümleyi çevirirken gözlerimin önündeki sarışın kızda gezdirdim bakışlarımı.
Sofia hala aynıydı. Hala aynı zerafeti taşıyordu. Sadece son hatırladığımdaki gibi derin yanıkları yoktu vücudunda. Bembeyaz teni hala güzel duruyordu. Hatta günümüz sade kıyafetleri içerisinde bile kraliçe duruşunu bozmuyordu sanki.
"Merhaba." Sofia elini güler yüzlülükle uzattığında gergin Kun'u fark etmiştim zorda olsa. Taeyong ise tepki vermiyordu. Sofia'yı sadece bir kez görmüştü.
Sofia'nın bozuk aksanınına hafifçe gülerek zorlukla elinimi uzattım.
"Merhaba." Ellerimizi ayırdıktan sonra Kun aramıza girerek konuşmaya çalışmıştı.
"Sofia değişim öğrencisi. Çin'de tanışmıştık ve artık bizimle okuyacak." Her cümleden sonra biraz daha düşen omuzlarımı dikleştirerek sandalyelerden birini çekip oturdum. Daha sonra Taeyong ve Sofia'nın selamlaşmasını izledim. O da en az benim kadar şaşkındı.
Birkaç dakikaya kalmadan yanımıza Jisung ile gelen Doyoung ve Jaehyun ikilisinden sonra ekip tamamdı. Jisung yeni edindiği bir alışkanlık olarak hemen benim yanına oturmuş etrafına bakınmaya başlamıştı.
Bu durumu biraz garipsemiştim ilk başta. Önceki hayattaki karım şimdi başkasıyla sevgiliydi ve o başkası da kendi kan kardeşimdi.
Sanırım o an damarlarımda çok ufak bir kıskançlık kol geziyordu.
Ama düşündüm. Sofia ve Kun'un biririne olan bakışlarına her seferinde hayranca bakmaya başladım.
Sofia'ya ben aşkı verememiştim.
Aşkın nasıl bir şey olduğundan haberi yoktu Sofia'nın. Ve Kun. Benden başka asla bir şey düşünmemişlerdi. Hep benim iyiliğimi istemişlerdi önceki hayatta da bu hayattada.
Böyle düşününce onlara haksızlık ettiğimi fark ettim.
Aşık olmak haklarıydı. Aşkı tatmak.
"Sizi tanıştırmadım. Kız arkadaşım Sofia." Jisung'un hafiften dolan göz yaşlarıyla buluştu
gözlerimiz. Anlaşılan bu Jisung'a da süpriz olmuştu.
O Sofia olup olmadığını anlamak için onay bekliyordu sanki.
Mágoa annesini hiç hatırlamıyordu. Çok küçük bir yaştaydı onu kaybettiğimizde.
Başımı hafifçe salladığımda bir damla yaş düştü gözlerinden boşluğa. Ellerim dizlerini bulmuştu.
"Tebrik ederim gerçekten yakışıyorsunuz." Jaehyun gerilerek konuştuğunda Doyoung'un elini tutmuştu.
Doyoung'un ise sinirli bakışlarına anlam veremiyordum.
"Ten." Duyduğum sese bakışlarımı çevirdiğimde Taeyong'un bakışlarını fark etmiştim. Anlaşılan zamanı olduğunu düşünüyordu. Başımı hafifçe salladığımda dirseklerini masaya yaslamış çocukların dikkatini üzerine çekmeyi başarmıştı.
"Biz Ten ile görüşüyoruz." Söylediği cümle üzerine masadaki herkes gülüşmüş içeceklerine yönelmişlerdi. Bir tek Doyoung dinliyordu sanırım.
"Bunu biliyoruz Taeyong." Doyoung gülümseyerek konuştuğunda Taeyong derin bir nefes alarak arkasına yaslanmıştı. Anlaşılan iş başa düşmüştü. Üzerimdeki Sofia ağırlığını atarak Kun'a döndüm.
"Senden asla bir şey saklamam biliyorsun. Biz Taeyong ile sevgiliyiz." Kun içeceğini püskürtmemek için mücadele ederken Sofia'ının ilgili hallerine istemsizce gülümsemiştim.
Doğruyu söylemek gerekirse oldukça yakışıyorlardı. İkisinide tanıyan birisi olarak söylüyordum ki anlaşmaları aşırı kolay olurdu. Ama hala içimdeki çok minik kıskançlık aklıma kötü düşünceleri sokmaya çalışıyordu. İnsan olmak buydu sanırım.
İçimde kendi kendime savaş verirken ellerimi tutan sıcaklıkla tüm savaşım son bulmuştu. Tüm kıskançlığım içimdeki kötülük sanki bir cımbızla çekip alınmışmıştı.
"Erken değil mi biraz?" Jaehyun hafif bir gülüşle konuştuğunda, omzunu silkmişti Taeyong. Nerden bilebilirlerdi ki bir asırdır bizim bunu beklediğimizi.
"Umarım mutlu olursunuz Taeyong." Sofia konuştuğunda yüzüme hafif bir gülüş yerleştirip hafifçe başımı sallamıştım.
Gözlerine bakmaktan çekiniyordum. Kan kardeşim Kun için. Sanki gözlerinde her an eskiye dair bir şeyler bulacakmışım gibi hissediyordum.
Bakışlarımı sonunda Jisung'a çevirdiğimde hiç tepki vermiyor oluşu endişelendirmişti beni.
"Jisung." Ellerimdeki elden destek alırken çenesinden tutup başını yavaşça kaldırmıştım.
Kimsenin duyamayacağı bir şekilde fısıldamaya başlamıştı ama her kelimesi beynimde koca yankılara ev sahipliği yapıyordu.
"O zaman da aynı böyle güzel miydi?" Hala doluydu gözleri.
Hatırlıyorum da Mágoa'ya her ne kadar annesini aratmamaya çalışsam da hep bir anne özlemi vardı içinde. Asla yüzünü, ses tonunu hatırlamadığı annesini özlerdi hep. Kabus gördüğü gecelerde göğsümde yatarken dinlerdi annesini. Anlattığım kadarıyla biliyordu hep.
Ama bir anda görmüş olması etkilemişti onu.
"Hep böyle güzeldi Mágoa." Bakışlarını havaya kaldırarak göz yaşlarını durdurmaya çalıştı.
Yavaş yavaş kendine geldiğini anladığımda Taeyong'a çevirdim bakışlarımı. Sıkı sıkıya tuttuğu ellerimizi izliyordu.
Seneler sonra buluşan ellerimizi öyle bir izliyordu ki yıllarca şu görüntüye ağlasam yine de az kalırdı. Ama ben ona gülmeyi tercih ettim. Daha sonra gülümsemesini izlemeyi.Güneş yeni yeni odamı ışıtırken yastığımdaki kızıl saçların her bir tutamını özlenle teker teker seviyordum. Taeyong'un düzenli nefesleri bile mayıştırıyordu beni.
İnip kalkan göğsü, arada şekilden şekile giren güzel yüzü. Ve sevmekten asla bıkmayacağım yara izi.
En çok onun sevgiye ihtiyacı vardı. En çok onun sevilmeye ihtiyacı vardı.
Gözlerini hafifçe araladığında önce bakınmış sonra kollarımın altına girmişti.
Öylesine delice seviyordum ki onu. Ben Kral Ten kimseyi sevemezdim onun üzerine.
Sevmek kelimesi Taeyong'du benim için. Güzelliğin karşılığının Taeyong olması gibi.
"Güneş doğuyor." Eski günlerimizi hatırlatmıştı bu bana. Kaçamak gecelerimizi.
"Gitmek zorunda değilim artık. Seninle güneşin tepeye ulaşmasını izleme hakkım var." Hafifçe gülmüş uzattığı güzel dudaklarını dudaklarıma bastırmıştı.
Aşkın tanımı da bizdik işte. Sevmenin tanımının da biz olduğumuz gibi.