Eski ve yıpranmış evlerinde, bir sabaha yine ayyaş babasının bağırışlarıyla uyanmışlardı.
"Ayşe! Neredesin?!" annesi deli gibi bağıran babasının yanına giderken, o da abisiyle sessizce, salonun kapısından onlara bakıyordu.
"Kadın sen beni deli mi edeceksin?! Gitmişsin kızına test kitabı almışsın. Sanki okuyup da bir bok olacakmış gibi. "
"Sen her gün yeni bir borca batarken benim, kızım okusun diye 1-2 kitap almam çok mu? Bu arada merak etme benim kızım hakkettiği yeri bulacak. " ardından yıllarca alıştıkları gibi ayyaş babaları annelerini döverken seslerini çıkaramıyorlardı. Çünkü seslerini çıkarırsalar annelerinden sonra sıranın kendilerine geleceğini çok iyi biliyorlardı.
Ama o gün her şey daha farklıydı. Baba demeye bile artık utandıkları adam cebindeki bıçağı çıkardığı gibi, önce annelerini sonra da kendini bıçaklamıştı.
İşte böyle, bir günde abisi ve Vaveyla öksüz ve yetim kalmıştı. O zaman 18 yaşında üniversiteye hazırlanan bir kızdı Vaveyla.
Şimdi ise mimarlık bölümü son sınıf öğrencisi 22 yaşında bir kızdı. Eski, anne ve babasından kalan evde 25 yaşındaki abisiyle yaşıyordu.
Dersinin olmadığı zamanlar, bir işte çalışırdı. Kendi ayaklarının üzerinde durmaya çalışıyordu. Ama anne ve babasının yaşadığı zamanda bile hiç bir maddi yardımda bulunmayan abisi, şimdide onun alın teri dökerek kazandığı parayı harcamaya hiç çekinmiyordu.
Akrabaları da ne bir yardım da bulunuyordu, ne de yüzlerine bakıyorlardı. Özellikle de onun. Yıllardır anne ve babasının ölümünün suçlusunun o olduğunu düşünüyorlardı. Abisi de dahil. Zaten doğduğundan beri onu sevmeyen abisi, bu olaydan sonra ondan daha da nefret etmeye başlamıştı.
Abisi gecelere bazende sabahlara kadar gezer, onun kazandığı parayı yerdi. Bazen hiç eve gelmezdi. Maaş günleri hariç. Vaveyla eve gelene kadar bekler, eve gelincede parayı zorla da olsa alır ve giderdi. Bir kaç aydır, çalıştığı kafede 2-3 eleman ayrıldığı için maaşına zam yapılmıştı. Abisi bilmediği için her zaman aldığı parayı alırdı. O da kalan paraları bir kenarda saklardı.
Hem çocukluk hem de üniversiteden de tek bir arkadaşı vardı. Onunla da hikayeleri neredeyse benzerdi. Tek yanında olan oydu. Annesiyle beraber bir kaç ev ilerideki , eski evlerinde oturuyorlardı. Onun da babası onlarca borca batmıştı. Fakat zamanı gelince ödemediğinden vahşice öldürülmüştü.
Bir kaç gündür işe elinden geldiği kadar erken gidiyordu. Oldukça da geç geliyordu.
Onlarca borca batan babasının tefecileri kapıya dayanmaya başlamıştı. Borçları ödemek için çok çalışması gerekiyordu. Patronuyla konuşmuştu. Ne kadar çok çalışırsa, o kadar çok para vereceğini söylemişti. Borçları ödemek için son senesi olmasına rağmen okulunu dondurmayı bile düşünmüştü. Eğer çıkılmaz bir yola doğru sürüklenirse, ilk seçenek gibi görünüyordu bu düşüncesi.
Annesi ve babasının öldüğü gün gece karakoldan çıktıktan sonra kendini sokağa atmıştı. Tesadüfen bir uçurum bulmuştu. O uçurum her kendini kötü hissettiğinde ilk gittiği yerdi.
Her gittiğide ise uçurumdan atlama fikri hep cazip geliyordu. Niye atlamıyordu ki? Atlasa ne olurdu ki? Büyük ihtimalle kendi kazandığı parayı utanmadan yiyen abisi öfkelenirdi. Ondan nefret eden akrabaları mutlu olurdu. Aylardır yeni garson bulamayan patronu ölüm haberini duyunca ilanları çoğaltırdı. En yakın arkadaşı ağlardı. Çünkü ona en çok değer veren insandı.
Atsa kendini gecenin soğuğunda, saçları rüzgarla ahenk içerisinde uçuşurken. Bir balıkçı teknesi bulurdu belki bedenini. Ya da onun gibi canı sıkkınken gelen insanlara rastlardı belki kıyıya vuran bedeni.
Ne kaybedecekti ki? Bütün kötülüklerin hüküm sürdüğü bu dünyada. Belki bu yol sorunlarından ve dertlerinden sonsuza kadar kurtulmanın tek yoluydu. En azından ona göre öyleydi.
Zamanında -yani annesinin yaşadığı zamanda- bir çok insanın intihar haberini duymuştu. Çok bencil olduklarını düşünmüştü. Dertlerini geride kalanların omuzlarına bıraktıkları için.
O aynısı yapsa peki bencil olur muydu? Yıllardır bütün yükler omuzlarındaydı zaten. Kurtulmak istese ne olurdu ki?
Güçlü olduğunu düşünürdü. Bu kadar şeyin üstesinden geldiği için. Ama kurtulamadığı ve her gün daha da ağır gelen yüklerinden dolayı bir o kadar da güçsüz olduğunu. Güçlü veya güçsüz olmak nasıl belli olurdu ki? İlla büyük sınavlardan mı geçmeniz gerekiyordu? Göz yaşı dökmek güçsüzlük mü sayılırdı? Ya da güçlü, her şeyin üstesinden gelen bir insanın ağlaması küçük düştüğü anlamına mı gelirdi?
İnsanlar dış görünüşüne ve varlıklarına göre mi sınıflanırdı? Evet genelde böyle olurdu. Kalabalık bir meydanda, sokakta yaşamaya kurban edilmiş herhangi birine bir şey olsa oradan geçen insanlar yardımda bulunmazdı. Ama belki kalbinde bir kaç merhamet parçası kalmış insanlar yardım ederdi. Zengin, oldukça gösterişli giysileri olan birine bir şey olsa bir çok insanın yardım edeceğine emindi. Yani öyle olacağını düşünürdü.
Her zaman böyle değildi ki babası. O Vaveyla'nın ilk aşkıydı. O da onun biricik prensesi. Hep üstüne titrerdi. Bir şey olmasına izin vermezdi. Belki de abisinin bu yüzden ona karşı, içinde biriktirdiği nefreti büyümüştü.
Annesiyse Vaveyla'nın en sevdiği insandı. Onu her zaman koruyup kollayan annesi. Bir sıkıntısı bir derdi olduğunda ilk o koşardı. Annesini çok severdi Vaveyla. Babasını da eskiden çok severdi. Ama yaklaşık 14-15 yaşlarından itibaren babasından korkmaya başlamıştı. Babası ilk zil zurna sarhoş olup geldiğinde 14 yaşındaydı.
Flashback
Saat gece 3'ü geçerken, Vaveyla ve abisi çoktan uyumuş. Anneleri ise kafasını yastığa koyduğundan beri, uyku tutmamış bir şekilde eşinin gelmesini bekliyordu. Bir kaç dakika içinde eşi kapıyı büyük bir gürültüyle çaldığında koşarak kapıyı açmaya gitmişti. Kapıyı açtığında ayakta zor duran eşi gözüne çarpmıştı.
"Ne bu halin böyle?"
"Ne varmış halimde?"
"Ne varmış mı? Şu haline bak saat sabah 4 neredeyse. Zil zurna sarhoş olup gelmişsin. Ne böyle yeni yeni adetler?"
"Kafam kazan gibi zaten bir de sen sinir etme gözünü seveyim."
"Sen böyle bir insan değilsin Tarık. Hadi ne derdin varsa anlat çare bulalım."
"Derdim falan yok Ayşe. Ben yatmaya gidiyorum." deyip ayaklandı.
"Hayır gidemezsin ne olduğu anlatmadan iki adım atamazsın." o da ayaklanmıştı.
"Ayşe! Sinir etme beni elimden bir kaza çıkacak. Sonra pişman olan ben olacağım." seslerini yükseltmeye başlamışlardı bile.
"Sesini yükseltme çocuklar uyanacak." dese de Vaveyla çoktan uyanmıştı zaten. Daha da şiddetlenen tartışmayı net bir şekilde duyuyordu. Yatağından kalkıp salona gitmişti. Tam o anda şiddetle yükselen sesleri daha da net duymaya başlamıştı. Kapının kenarından içeriye baktığında babasının , annesine tokat atacak şekilde elini kaldırdığını gördü. Tam o anda babasıyla göz göze gelmişti. Annesi de arkasına döndüğünde Vaveyla'yı görmüştü.
"Kızım uyandın mı? Daha kalkmana var yat hadi tekrar."
"Anne beni geçiştirmeye çalışma kavga ettiğinizin farkındayım."
"Baba, anneme tokat mı atacaktın?" hâlâ sinirli olduğu yüzünden belli olan babasına baktı.
"Git yat bir şey olduğu yok. Sen de sinir etme beni."
Bir şeyler söylemek istese de söyleyemeyip el mahkum odasına gitmek zorunda kalmıştı. Babası böyle biri değildi. Değil alkol içmek, hiç sigara içtiğini bile görmemişti.
Flashback End
O olaydan sonra babasının içip içip eve gelmesi artmıştı. İşte Vaveyla bu olaylardan sonra iyice babasından korkmaya ve gitgide soğumaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VAVEYLA
Teen Fiction22 yaşında olmasına rağmen çektiği acılarla olgunlaşmıştı Vaveyla.