4 Aralık 1997 günü yongi kendini öldürme zamanının -sonunda! - geldiğine karar verdi. Daegu'da kiraladığı odasını dikkatlice temizledi, kaloriferi kapattı, dişlerini fırçaladı ve yatağa uzandı.
Üç kutu uyku ilacını baş ucundaki sehpanın üstünden aldı. Bunları ezip suya karıştırmaktansa, birer birer yutmaya karar vermişti. Çünkü niyet ile hareket arasında her zaman bir kopukluk vardı. O, yarı yolda dönme özgürlüğüne sahip olmak istiyordu.
Gene de yuttuğu her hapla birlikte, kararının daha da kesinleştiğini hissediyordu. Beş dakika sonra kutular boşalmıştı.
Bilincinin ne kadar sürede kaybolacağını kestiremediğinden yatağının üzerinde duran Martin Miller'ın romanını eline aldı. Çalıştığı kütüphaneye daha yeni gelmiş olan bir romandı. Bu tür romanlara pek ilgisi yoktu fakat bu yazarla Grand Union Oteli'nin kafesinde bir konferansta tanışmıştı. Pek çok katılımcı olduğundan dolayı, herhangi bir konuda derinlemesine konuşma fırsatı olmamıştı. Gene de yazarla tanışmış olması, onu kendi yaşamının bir parçası saymasına yol açtığından, adamın çalışmasını okumanın vakit geçmesini sağlayacağını düşündü. Tam da ölümü beklediği sırada kendisini hiç mi hiç ilgilendirmeyen kurt konulu romanı okumaya başladı Yoongi. Bu ömrü boyunca yaptığı şeylere uygundur aslında; hep en kolay seçeneği, el altında ne varsa onu yeğlemişti. İşte bu roman gibi örneğin.Kitabı bir yana attı, kurtlar hakkında hiçbir şey bilmeyen birinin bu kitabı anlamaya çalışması saçmalıktı. Artık onu hiçbir şey ilgilendirmiyordu. Şimdi kendisiyle gurur duyma zamanıydı, şimdi yaptığı şeyi yapabildiği, en sonunda cesaretini toplayıp bu yaşama veda edebildiği için. Ne büyük sevinç! Üstelik her zaman düşlediği biçimde
yapıyordu bu işi, hiçbir iz bırakmayan uyku haplarını kullanarak. Neredeyse bu hapları elde etmek için altı aydır uğraşıyordu Yoongi. Hatta bi' ara bileklerini kesmeyi bile göze almıştı. Odasının kanrevan içinde kalması, rahibelerin sıkıntıya düşmesi önemli değildi; ne de olsa intihar etmek isteyen kişi önce kendini, sonra başkalarını düşünmek durumundaydı.İlaçları alalı on dakika olduğu halde hiçbir bedensel değişim hissetmediğine göre şu saçma dünyaya bir mektup yazacaktı. Bu mektup onun intihar mektubu olacaktı. Ölümün gerçek sebepleri konusunda hiçbir açıklama yapmayacaktı.
Mektubu yazdı. O anda yaşadığı keyif, ölmenin gerçekliği konusunda neredeyse yeniden düşmesine yol açacaktı. Ama hapları almıştı artık, geri dönmek için çok geçti.
Kısa bir süre sonra ömrünün son yaşantısı gerçekleşecek ve bu ötekilerden farklı olacaktı : ölüm. Mektubu bitirip bir kenara koydu, daha acil, o sırada yaşamakta olduğu olayla [daha doğrusu ölümüyle mi demeli?] daha uyumlu konulara yoğunlaştırdı dikkatini.
Ölmenin nasıl bir şey olduğunu hayal etmeye çalıştı herhangi bir sonuca varamadı. Ayrıca bu konuda kafa yorması anlamsızdı, çünkü birkaç dakika sonra sorunun cevabını öğrenecekti. Herkesin kendi kendine sorduğu sorunun yanıtını pek yakında alacağından pek hoşnuttur: Tanrı var mı?
Yoongi midesinin bulandığını hissetti, çok hızla orta bir bulantı. Kendini çok çok kötü hissediyordu.
"Ne tuhaf, bir avuç uyku ilacı alırsam hemen uykuya dalacağımı sanmıştım."
Oysa şu anda kulaklarında tuhaf bir uğultu, içinde kusma ihtiyacı duyuyordu.
"Kusarsam ölemem."
Midesine saplanan sancıları düşünmemek için hızla dikkatini pencerenin dışına verdi. Dükkanlarını kapatıp evlerine gitmeye başlayan insanlara. Kulaklarındaki uğultu gittikçe yükseliyordu, ilaçları aldığından bu yana ilk kez korku duydu, bilinmeze doğru gidişinin derin korkusuydu bu.
Çok uzun sürmedi, biraz sonra bilincini kaybetti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
L'esprit de l'eslacier ¦ YoonKook
Fanficİf this is death, İf shouldn't be afraid of death. On his pretty face, death was even beautiful.