İş Görüşmesi

24 1 0
                                    

-Hayır tecrübem yok. Bu işi yapabileceğime inanıyorum. Evet. Ne demek 25 yaşından küçükleri ve tecrübesizleri işe almıyoruz! Siz kimsiniz!? Sizin öncelerinde tecrübesizce başladığınız o iş yerini kapattırabilecek gücüm var! Benimle düzgün konu...

Ve şak! Telefonu yüzüme kapatmışlardı. Ama olsun. Buna pek sinirlenmemiştim çünkü az önce adama içimden ne geliyorsa söylemiştim. İçim ferahtı, artık gönül rahatlığıyla hazırlığıma geri dönebilirdim.
Düşündüğüm tek şey, bir iş bulurken niye babamın imkanlarına sığınıyor olmamdı. Ben onun parası istemiyordum fakat onun parasıyla yapabileceğim şeyleri işverenlere söylüyordum. Demek ki hala o paranın kullanılabilirliğine inanıyordum.
Ela karşımda bana belli etmeden gülmeye çalışıyordu. Neye güldüğünü biliyordum fakat yine de ona niye güldüğünü sordum. Daha sonra sanırım ağzını cevap vermek için açınca kahkahasını bastıramayıp bir vaveyla koparmıştı. Niye bu kadar gülerken bağırdığını bilmesem eve hırsız girdiğini sanardım.

Kıvırtarak 'Sanaa' dediğinde üzerine giriştim ve gıdıklamaya başladım.

- Şurada iş görüşmem var ve senin yüzünden geç kalıyorum. Ağzının kilidini kapatıyorum ve anahtarı aşağıya fırlatıyorum.

Tıpkı elimde gerçek anahtarı tutuyormuş ve aşağı fırlatıyormuş gibi yapıp pencereye döndüm.

-Ara bulabilirsen...

Aşağı indi ve elinde bir şey tutar gibi yukarı hemencecik yukarı çıktı. İnmesiyle çıkması bir olmuştu. Hayali anahtarı bulmak için kesinlikle bahçeye kadar inmemişti. Bir odaya girip geri gelmişti.

-Olsun. Sen koskoca Erva'sın! Geç kalmandan dolayı işe almazlarsa onlara da ağızlarının payını verirsin. Aslında senin işin bu. Niye arıyorsan artık iş.

Tekrar kıkırdamaya başladığında patavatsızlığıyla başa çıkamayacağımı anladım ve susup saçımı düzleştirmeye geri döndüm. Son iki yapımlık saçım kalmıştı ve buluşmaya yirmi dakika vardı. Kalan saçlarımı üç dakikada bitirmiştim. Üstümü de on dakika da giyinip evden çıkmıştım. Bakalım yedi dakikada buluşma noktasına nasıl varacaktım.

Allah mı gönderdi bilmiyorum ama kapımın önünde boş bir taksi vardı. Hemen atladım ve şoföre gideceğimiz yeri söyleyerek arkama yaslandım.

Yaklaşık 2-3 dakika sonrasında holdingin müdürü aradı ve oraya gelemeyeceğini, işi çıktığını, ve holdinge giderek ortağıyla görüşebileceğimi söyledi.

-Pardon geri dönmemiz gerekiyor.

Gideceğim yerin konumunu telefonumla askeri eşofman ve gri tişört giymiş olan taksi şoförüne gösterdim. İstikametimiz yakınmış da kalan beş dakika süremde -hem de tam zamanında- gelebilmiştim.

Bir cadının şatosu kadar büyük ve şehvetli olan 15 katlı bu bina holdingti demek. Üzerinde kocaman ve büyük harflerle 'ŞANLI HOLDİNG' yazmasa burayı bir gökdelen sanabilirdim. Belki de bir şato ya da modern bir saray.
Saatin on buçuğu gösterdiği sıralarda geç kalmamak için tüm düşüncelerimin sıyrılıp içeri girmek zorunda kalmıştım. Ama yinede bir şey düşünüyordum. Bu bina nasıl temizleniyordu ve temizlik ürünlerine kaç türk lirası veya dolar harcanıyordu? Sonuçta zengin bir holdingti ve yurtdışından temizlik ürünleri gelmesi işten bile değildi.

-Kartınız yok. Bu da demek oluyor ki burada çalışmıyorsunuz. Öyleyse giremezsiniz.

-Çalışmıyor olabilirim ama çalışan adayıyım. Beni içeri almak zorundasınız yoksa Emre Bey'i ararım.

-Emre adını duyunca ikisi birbirine bakıp gözleri ile konuşup kafa salladılar arasından el mahkûm içeri aldılar. Asansöre doğru yöneldiğimde takım elbisesini giymiş kravatını takmış elinde filmlerde olan şu iş adamı çantası -genelde içinde para olan- vardı. Yanına gidip asansörün 14. kattan inmesini sessizce bekledim.

Beş dakikada ancak zemin kata inen kocaman yirmi kişilik asansöre sadece ikimiz binmiştik. Arada bir göz ucuyla koyu mavi gözleri olan kumral adama bakıyordum. Orta yaşlı bile değildi henüz. 24 yaşında ya vardı ya yoktu. Öylesine gençti yani. Ama benim ona baktığımı çoktan farketmiş olmasına rağmen vurdumduymazlık yapıyordu. Ben olsam 3. Dünya Savaşı çoktan çıkmıştı. Filmlerdeki patronları anımsatıyordu. Onlar kadar çekici, yakışıklı, asaletli. Ve bir o kadar da asabi, kurnaz, çapkın... (Çapkın olmasa ona baktığımı farkedip de tebessüm etmezdi bence.)

Derken asansörde bir sarsılma oldu. Etrafıma ne oldu diye bakınırken asansörde kaldığımızı farketmem çok zamanımı almadı. Ve anlar anlamaz kalbim sıkışmıştı ve almakta zorlanmaya başlamıştım. Bacaklarımdaki canı kaybettiğim için yere oturuvermiştim yada farketmeden kayarak yavaş yavaş düşmüştüm. Ama yanımda öküzün trene baktığı gibi bana bakan yaka kartından da anlaşılan Emir Bey şaşkındı. Sanırım ilk defa fobi yüzünden atak geçiren birini görüyordu. Konuşmaya çalıştım.

-Bana yardım et! Fobim var. Kapalı alanda kalamıyorum.

Kesik kesik konuşuyordum çünkü fobim yüzünden konuşmayı unutmuştum. Yine çok şükür ki az çok konuşabilmiştim.

-Ne yapayım? Bilmiyorum... Daha önce fobi atağı geçiren biriyle baş başa kalmadım.

-Yardım çağır. Asansörü açtır. Nefes alamıyorum. Hızlı ol dedim!

-İyi de asansörde hat çekmiyor ki. Ve de şu an öğle saatlerindeyiz. Öğle yemeğine çıkmışlardır. Kimse bizi duymaz.

Gözlerim kapandığında yanı başıma çöken ve endişeli görünen deniz gözlü adam çok korkuyordu. Bana sürekli sakin kalmamı birazdan çıkacağımızı söyleyip duruyordu. Gözlerindeki korkuyu hiçbir zaman kimsede görmemiştim. Bir insan korkarken bile bu kadar yakışıklı olamazdı. Sanırım bu gence dibim düşmüştü. Anne sen affet...

Minyon 😊Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin