Ölüyorum? Hayır; deliriyorum. Etrafımdaki buğulu sis perdesi aralanıyor. Görüyorum ve hissedebiliyorum. Beynim zonkluyor. Dur diyor. Delireceksin. İnim inim ağlamalarını susturuyorum.
Çığlık çığlığa kalmış yaraların düşünceleri fısıldanıyor kulağıma. Biliyorsun. Ben, gerçeği bilmek istemiyorum. Duymazdan geliyorum.
Gözlerim acıyla kısılıyor. Kötülüklerle arındı gözlerim. Berrak fakat içinde karanlığı saklıyor. Ve yine o ses: görüyorsun. Görmezden geliyorum.
Şeytanice yana kıvrılan dudaklarım, yazdıklarıma tezat. Kendimden korkuyorum. Ben, bu hayatı yaşıyorum.
Susturduklarım inliyor. Bana zarar veriyor. Bu histen nefret ediyorum. Ve seviyorum.
Kötücülüğü taktim etmek istedim sizlere. Ondandır bu üstümdeki bembeyaz elbise. Çabuk lekenir diye? Hayır, o bir bilmece. Görünenlerin ötesini bilirdik biz aslında.
Yorumsuzca geçiyorum burayı. Bembeyaz bir bilmeceyim ben. Ne masum ne saf nefret. Ruhumun süzülüşü misali gökyüzünde. Karanlıkla bir ahenk içinde.
İçim inliyor. Hissediyorsun. Ne zaman vicdanım rahatladı? O zaman ben hissedemedim. Korku hissi geçti yavaşça. Ama birden bire. Dudaklarım aşağıya düştü, üzülmüşçesine.
İnim inim inliyor ortalık. Hani, nerede kahramanlık? İşime gelince dururum artık.
Gözlerimin ateşi soğuk. Sular sıcakla donmuş. İleride bir ambulansın sesi. Sirenin yakıcı cümleleri. Ve içinde yaralı karanlığın saf imgesi.
Oynuyor kablolar boğazımda. Sustu artık sesler. Tırnaklarım bıçaklardan daha keskinleşince anladım. En büyük iyilik kendimdeydi. Işık hüzmesi sardı etrafı. Bembeyaz bir ışık.
Aslında bana diyor ki, beyaz sadece kötülere yaraşır. Benim marşım, benim istikrarım. Ve benim en kütücül muvafakat belgem. İçinde saklı sırlar. Kutular. İznim yok sayım hâkim. Ben cezamı çoktan verdim.
Ve, beni almaya gelen kişilere sesleniyorum.
"O gün, bugün değil."