3.2

710 52 13
                                    




"benim bir yerim var mıydı?
senin hep bir yerin olacak."
-cmbyn syf 244





3.2;

Zihnimde büyüttüğüm huzursuzluğun pençesinden korumaya çalışıyordum düşüncelerimi. İçimdeki negatif duygular çoktan bedenimi ele geçirmiş, tüm umutlarımın katili oluvermişken, sakin kalabileceğimden yana olan inancımı yavaşça yitirmiştim. Saat gece yarısını çoktan geçmiş, yıldızlar usulca yuvalarına yerleşip ışıldamaya başlamıştı.

Şehrin diğer ucuna nihayet vardığımızda; Jimin, arabadan inmiş ve bir süre sonra benim kapımı aralayarak, göz göze gelebileceğimiz oranı yakalamak için eğilmişti.  "Sandalyeni getirmedim Gguk, yani seni kucağıma almam gerekiyor," söyledikleri karşısında buz kesmiş, canım yanmıştı. Karanlık gecelerimde adresi, ezberimde yer etmişken, nasıl da aleyhime oynuyordu şimdi. "Özür dilerim ama başka bir seçeneğim yoktu, seni tanıyorum."

Kollarından birini diz kapaklarımın arkasından, diğerini ise koltuk altımdan geçirmiş ve sonunda ellerini birbirine kenetlemişti. Beni kucağına alırken zorlanmadığı gibi, beni taşıdığı süre çerçevesinde de kollarının bir kez bile titrediğini hissetmemiştim. Geçmişte okuldan sonra, birlikte spor salonuna gittiğimiz günler geçmişti gözlerimin önünden. Demek ki yalnızca ben bırakmak zorunda kalmışım, derken kendi kendime yavaşça geçmiş denen uyuşturucuya teslim olduğumu düşünüyordum. "Titriyorsun Gguk," henüz başlayamadan bölünen, içsel çatışmamdan hemen sonra bakışlarını yoldan çekip gözlerime kenetlemiş, konuşmaya devam etmişti. "Sakin ol."

Verebilecek hiçbir cevabım yoktu, titriyordum, onunla yalnızca mesajlaşmak kolaydı. Mesajlar duygulardan yoksundu, parmaklarım tuşlarda gezerken mimiklerimi, hislerimi, davranışlarımı kontrol etmem gerekmiyordu. Ve artık ne daha fazla yazabileceğim bir ortamım, ne de arkama bakmadan kaçabileceğim bir şansım vardı. İçinde bulunduğum gerçeklik beni yavaşça zehirlerken, heybetli kapının hemen önünde durduğumuzu ancak fark edebilmiştim.

Birlikte yaşadığımız zamanlardan kalma bir etiket asılıydı kapının önünde, yoongi ve jeongguk min. Beni isminin yanından silmeye cesaret edemeyişi kalbime hançer misali saplanmış, aramızda olanların kırılganlığını hissetmiştim bedenimin her zerresinde. "Sen yapmak ister misin?" diye sormuştu nefesini saçlarım üzerine bırakırken. Buraya gelene dek sahip olduğu tüm özgüven bir anda yıkılmıştı sanki.

Titreyen parmaklarımı kapıya birkaç kez vurduğumda, kapının bu denli hızlı aralanacağını ve onu karşımda bir kez daha görebileceğimi, gerçekleşinceye kadar hiç düşünmemiştim. Göz altları, beyaz teni üzerine vurulmuş birkaç fırça darbesine maruz kalmıştı sanki, göz bebeklerine yansıyordu yorgunluğu. Burnu ve yanakları kırmızıya boyanmış, saçları dağılmıştı. Saçları gibi ben de darmadağındım o an, görüntüsü bedenimi titretmiş, zihnimi bulandırmıştı.

Onu hiç bu denli yorgun görmediğimi düşünmüştüm istemsizce, kalbimi kıran bu görüntü aldığım her nefesle biraz daha ciğerlerime batmıştı sanki. "Yoongi," fısıldamıştım ona, beni duymasını dileyerek gözlerine bakmış, ellerimi ellerine uzatmıştım. "Her şeyi açıklayacağım tamam mı?"

Başını hafifçe sallamış, bense gözlerimin buğusu ardından sıcacık bir gülümseme sunmuştum ona. İçime dolan huzurla ben ne olduğunu anlayamadan onun kolları arasında bulmuştum bile kendimi. Jimin, bir sorun çıkarsa onu aramamı söylemiş arından kadrajımdaki görüntüsü yerini basit bir silüete bırakmıştı.

call to mind | yoonkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin