Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
⋆
Kilise çanlarının ötüşüyle keskin bir şekilde havalanan kargalar, kanat seslerine ürkütücü gaklamalarını ekledi. Genç kız bununla eşzamanlı olarak dolgun dudaklarından dışarı bir küfür yolladı, o kadar dalgındı ki mezarlığın boşaldığını fark edememişti.
Etrafa kaçamak bakışlar atmasının ardından üzerindeki siyah paltoyu düzeltti ve kaşe kumaşa yapışan yaprak parçalarını silkeledi; geceki öfkesini sabaha taşırcasına sert esen rüzgardan o da nasibini almıştı.
Birkaç saattir saklanmakta olduğu yosun kaplı devasa ağacın arkasından ürkek adımlarla çıktı. Bir taraftan görünmek istemediği için etrafta biri olup olmadığını kontrol ediyor, bir taraftan da neden böylesine bir gizlilik içerisine girdiğini sorguluyordu. Kendisini kimse tanımıyordu nasılsa, onu çekik gözlü oluşu haricinde diğerlerinden ayırt edebilecek tek kişiler olan May'in ailesine ise o kadar sakinleştirici verilmişti ki, kendi kızlarının cenazesinde bile ağlayamamışlardı.
Yine de Wheein etrafı kolaçan ettiği sırada küt kesimli sarı saçlarının başının her hareketiyle savrulmasına izin verdi, gizliliğini ise çıkacak bir skandaldan kaçınmasına değil, kimseyle konuşmak istememesine bağladı. Zaten Dispatch onu Avrupa'nın en uç noktasında yer alan Dublin'deki minik bir kilisede bulacak değildi, endişe ettiği bu sayılmazdı. Karşılaştıkları takdirde May'in ailesine söyleyecek bir şeyi yoktu; sorun buydu. Katolik ailenin gözünde kızlarının iyi bir arkadaşıydı yalnızca, vakti zamanında. Ama gerçeği bilselerdi, katolik kalpleri kriz geçirmeden önce yüzüne "Şeytan!" diye bağırıp, ellerine geçirdikleri ilk şeyi üzerine fırlatacaklarını hissediyordu Wheein.
Aklında dönen düşüncelerin arasında, içindeki kırgınlığa değil de insanların önyargısına duyduğu sinire odaklanarak, siyah spor ayakkabılarının sakin adımlarla ilerlemesini dışarıdan biriymişçesine izledi. Ona sakinleştirici vermiş değillerdi, gerçi Hye Jin'in küçük numaralarla "Ağrı kesici, Whee." diyerek ona yutturduğu ilacın farklı bir şey olduğundan şüphe ediyordu. Zira uyuşmuştu; hissiz değildi, fakat hislerini tanımlamak için fazla yorgundu.
Mezarlık boyunca yürüdüğü ve sanki ölü insanları rahatsız edebilecekmiş gibi adımlarını temkinli attığı süre boyunca etrafı incelemeye devam etmişti. Avrupa'daki dini yapıların çok iyi korunduğunu biliyordu, ama artık kendi cemaati tarafından bile pek önemsenmeyen kilisenin gotik yapısına hayran kalmıştı. Yeni yapılmış gibi zarif, fakat eski zamanları gördüğünü gösterircesine vakur bir şekilde göğe yükseliyordu.
Zaman ona iyi davranmıştı belki de, ya da kendisine bağlı olan dindar insanlar tarafından el üstünde tutulmuştu. Ama bu görkemli yapının bahçesinde, binanın biraz gerisinde kalan mezarlık için aynı şeyi söyleyemezdi. Zira haç şeklindeki tahta çubuklar metalimsi bir malzemeyle revize edilmiş, Wheein'in yapıldıkları zamanlarda beyaz olduğunu düşündüğü mezar taşları ise kararmıştı; üzerlerindeki isimler zar zor okunabiliyordu.