ertesi gün, sabahları uğramadan geçemeyeceğim bu kafeye geldiğimde ise yine gözlerim onu aramıştı. önceden onu fleur de lys'de görmüş müydüm bilmiyordum. belki de buraya sürekli geliyordu ve ben dün farkına varmıştım. bu yüzden biraz çekingen bir yüz ifadesiyle dan amca'nın yanına gitmiş ve "dün aynı masada oturduğum kızı hatırlıyor musun, oncle?" diye sormuştum. bana imalı bir bakış atmış, sonra da pastel renkli kupalarını silmeye devam etmişti.
"evet, neredeyse her gün buraya gelir ve fındık aromalı americano alır. daha önce fark etmemene şaşırdım."
bir şey demeden her zamanki masama oturmuştum. dün fazlasıyla ilgimi çeken bu kızı önceden fark etmediğim için şaşırmış ve masanın üzerine dumanı tüten fındık aromalı americano'ma bakmıştım. ben kahvemle bakışırken kapı açılmış ve birinin geldiğini belli eden zil çalmıştı. başımı kaldırıp gelene baktığımda ise onu görmüştüm. az önce onu arayan gözlerim bayram etmiş, dudağımda belli belirsiz bir tebessüm oluşmuştu. o bana bakmamış, direk olarak dan amca'nın yanına gitmişti. dan amca da gülümseyerek kahvesini hazırlamaya başlamıştı. bu sırada o arkasını dönmüş ve etrafa bakınmıştı. aynı zamanda benim elimde havaya kalkmış, ona el sallamıştım. bakışları beni bulup kaşları hafifçe çatıldığında ise ne yaptığımın farkına varmıştım. elimi indirmiş ve hızla bakışlarımı ondan çekmiştim.
neden ona el sallamıştım ki? sadece dün aynı masada oturduğu, hatta oturmak zorunda kaldığı, biriydim. belki beni hatırlamıyordu bile...
kendime ne kadar aptal olduğumu söylerken dan amca'nın sesi kulağıma çarpmıştı. kısık sesle söylese bile keskin duyuşumla ne dediğini anlamıştım. ilgimi çeken kıza "dün o beyefendi ile birlikte oturdun, istersen yine aynı yere otur. seninle konuşmak istiyor gibi," demişti. bir yandan sevinmiş bir yandan da şaşırmıştım. neden ona bunu hatırlattığına anlam verememiştim ama o gülümseyerek yanıma gelince bütün düşüncelerim uçup gitmişti. bana "günaydın," demiş ve karşımdaki sandalyeye oturmuştu.
"günaydın hanımefendi."
benimkiyle aynı olan kahvesini masaya koymuş ve çekingen bir şekilde bana bakmıştı. elim ayağıma dolaşmış bir şekilde ne söyleyebileceğimi düşünürken en basitinden ismini sormak aklıma gelmişti.
"benim adım chan. sizin adınız nedir?"
"rena," demiş ve tekrardan gülümsemişti. o gülümserken hafifçe aralanan dişlerinin düzgünlüğü bile bana etkileyici gelmişti ve bu durum beni çok şaşırtmıştı. uzun zamandır birilerinden etkilenmeyen ben şimdi karşımdaki kız en basitinden göz kırpsa etkileniyordum.
"kaç yaşındasın?" diye sorduğumda bakışları avucuna kaymıştı. avucunda bir sürü yazı olduğunu görünce şaşırmış ama sesimi çıkarmamıştım. bakışlarını avucundan çekmiş ve elini yumruk yapmıştı, bu yüzden ne yazdığını okuyamamıştım. "on dokuz yaşındayım. birkaç gün önce doğum günümdü, o zaman on dokuzuma bastım." başımla onaylamış ve tebessüm etmiştim.
"ben de yirmi iki yaşındayım."
hakkında birkaç şey daha öğrenmiştim. genel olarak soruları ben sormuştum ama yine de onunla konuştuğum için mutluydum. avusturalya'da doğup büyümüştü ve açıldığından beri bu kafeye geliyordu. şu an okumadığını da söylemişti ve buna şaşırmış ama nedenini sormaya çekinmiştim. en sevdiği rengin sarı olduğunu öğrendikten sonra da derse geç kalmamak için oradan ayrılmak zorunda kalmıştım. daha fazla durup onunla konuşmak istediğim için bu durum beni üzmüştü. yine de dan amca ile vedalaşıp kafeden çıktığımda mutluydum. bu sabah geldiğimde onunla tekrar karşılaşma ihtimalim bile bana düşük bir ihtimal olarak gözüküyordu ve az önce onunla konuşmuş, tanışmıştım. bu yüzden hoplaya zıplaya sydney'in güzel sokaklarında yürümeye başlamıştım.
o gün mutlu ve huzurluydum. bu yüzden okuldan eve gelince hazır yemekler yemek yerine kendime bir güzel ev yapımı yemek yapmıştım. annemi aramış ve nasıl olduğunu sormuştum, babamın bayat esprilerine gülmüştüm. en önemlisi de taş koleksiyonumu tozlu rafların arasından tekrar çıkarmış, onun portresini çizmeye başlamıştım.
taşın üzerine resim çizmek zor ve ince bir işti. ilk başlarda öylesine yaptığım bu şey bir hobiye dönüşünce bırakamamıştım. şu sıralar dersler yüzünden çok yapamıyordum, bazen de canım istemiyordu. ama bugün favori şarkılarımı açmış, bulduğum büyükçe bir taşı masamın üzerine koymuştum. onu ilk gördüğüm gün üzerinde olan sarı kazağıyla çizmeye başlamıştım. gözüme çarpan ve hoşuma giden detayları eklemiştim. üzerinde iki saat aşırı çalıştıktan sonra da ortaya güzel bir portre çıkmıştı. taşı kuruması için masanın üzerine bırakmış ve uyumaya gitmiştim.
flora banks'in tek anısı'ndan etkilenerek yazılmıştır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fleur de lys café; bang chan
Fanfiction[short story] chan, her sabah gidip fındıklı americano içtiği kafede bir kız ile tanışır. dedicated to @hantenshi 231119 ✿