aradan beş ila altı saat geçmişti. sokaktaki bağırışlarımı duyan sevgili mahalle sakininlerinden biri uyuşturucu krizine girdiğimi düşünüp polisi arayıp gelmelerini istemiş. olay tamamen bundan ibaretti fakat bir sıkıntı vardı. ben hâlâ karakolda tutuklu olarak yargılanıyordum. gider gitmez ifademi alıp beni buraya atmışlardı.
üstümü bile aramamışlardı. yere oturdum ve birkaç kez başımı yavaşça geriye doğru vurdum. duvardan çıkan tok ses küçük hücrede yankılanıyordu. iş bulmak için çıktığım yol karakolda bitmişti.
gülümsedim, hiç bu kadar gülümsemek gelmemişti içimden.
daha fazla gülümsedim, dişlerim karanlık odaya merhaba dedi. yavaşça sesli gülmeye başlamıştım. gülümsemelerim kahkahaya dönüştü. ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. sesli kahkalarım abartılı bir hale dönüştüğünde dudaklarımın üstünden birkaç damla geçti. kahkalarım ölüp birer çığlığa dönüştüğünde saçlarımı çekiştirdim.
mükemmel bir komedi trajediye kapılarını açtı.
omuzlarımı birkaç santim ile geçen açık kahve saçlarımı koparırcasına çekiyordum. yana doğru kendimi bıraktım. başım soğuk zemine kavuştuğunda yanan vücudum sahrada buz bulmuş yaratık gibi doyasıya dokunmak istedi mermere. ağlamalarım geçmişti sadece iç çekmelerim kalmıştı geriye.
hareketlenmeye başlayan demir kapıya bakmak istemedim. ne burada kalmak istiyordum ne de buradan çıkmak. her ikiside anlamsızdı. gözlerimi sıkıca kapattım. nefeslerim düzensizleşmişti ancak ayağı kalkıp kendimi kurtaracak gücüm yoktu.
*
bembeyazdı. tavan, zemin ve duvar. hepsi aynı tondu. üstümdeki çarşaf ne o renkten bir ton açık ne bir ton koyuydu. tek elimi havaya kaldırdım fakat yalnız gelmiyordu. beraberinde ince bir boruyu da getirdi. elimin üst kısmına takılan seruma dokundum. o sırada odaya oda gibi aynı ton giyinmiş bir adam girdi. doktor olduğu belliydi. önlüğünün düğmelerini tutarak yanıma geldi."sayın Kim Ji-Yeon"
başımı umursamazca salladım. buna aldırış etmeden devam etti.
"panik atak diyebiliriz şu anlık bir sorun gözükmüyor. birazdan gelip serumunuzu bir hemşire çıkarır ve görevliden yerinize gitmeniz için yardım ister"
bir anlık öfkeyle adamın bileğini tuttum. öfkeden delirmiştim.
"ne yani yine o iğrenç hapishanede miyim? tanrı aşkına dışarıdaki onca insan adam bıçaklayıp karısını döverken benim bomboş bir şekilde burada tutulmamın mantığı ne?"
doktor kolunu çekmeye çalıştı "seni pislik bırak çabuk kolumu"
"açıkla dedim sana!"
gözlerim bir saniye olsun gözlerinden ayrılmıyordu. kaşlarım gergin ve burnum dikleşmişti. oldukça tehtitkâr duruyordum. pes edip dudaklarını birbirine bastırdı "tamam pekâlâ bunu size açıklaması için komiseri çağıracağı-" koluna biraz daha baskı uygulandığımda telaşla konuştu "yanlış anladın, bunu onun dışında kimse bilmiyor size onu açıklaması gerekiyormuş"
elimi hızlıca çektim. ince kollarımdan güç akıyordu sanki. sadece kollarımda değil. tüm vücüdum güç ve enerji ile kaplanmış gibiydi.
"iyi o zaman git ve çağır"
adam gözlerini devirmiş ve söylenerek odadan ayrılmıştı. sol komidinin üstündekilere göz attım. işe yarar bir şey yoktu biraz havalanıp ilk çekmecesini açtım. bomboştu fakat bir saniye en dipte buruşturulmuş bir kağıt parçası vardı. elime alıp geri yattım. klasik her yerde olacak not defterinden koparılmış bir daldı.
buruşmuş kağıdı düzletip dağılmış kurşun kalem harflerine baktım. hafif silinikti ve tam okunmuyordu. üç kelimeli bir cümle olduğunu anlamıştım. ilk kelime o ile başlıyordu. bir süre harflere bakıp kombinasyonlar yapmaya başladım ve tek tek her farfi bulmuştum. ortaya çıkan sözcükler dudaklarımdan aktı "ona asla güvenme!!"
ne anlatmaya çalışmıştı veya neden buraya koymuştu. daha fazla düşünmek için zamanımın olmadığını anladım. gıcırtılı kapıyı duymamla kağıdı eski yerine bıraktım. sakin adımları çatık kaşlarıyla yeniden gelmişti. o gün sokakta bana zorbalık yapan koca adam.
"kısaca anlatacağım"
selamlaşma kelimeleri veya geçmiş olsun gibi ufak şeyler onda yer almamıştı sanırım.
"elimde madde kullandığına dair kanıtlar var. eğer ömür boyu hapishanede yatmak istemiyorsan bana çalışacaksın"
uyuşturucuyu bir somut olarak bile görmemişken nasıl kullandığıma dair kanıtları olabilirdi? gözlerim belindeki silaha ilişti. bu ne demekti şimdi?
"mahkeme gününe daha çok var ve tutuksuz yargılanacaksın. eğer mahkemede seni kurtarmamı istiyorsan-"
"bana çalışacaksın derken neyi kastediyorsunuz?" gergindim. üstümdeki çarşafı hafifçe aşağı indirdim. cehennemden daha sıcak olmuştu bir an. kollarını bağlayıp duvara yaslandı. kaşları hep çatık ve saçma sapan bir şekilde sinirliydi.
"ünlü yönetmen Min Yoongi, uyuşturucu kullandığını biliyorum ama bir türlü kanıtlayamıyorum senden onunla yakınlaşmanı ve onu yakalamamıza yardım etmeni istiyorum" bir saniyeliğine gülümsemiş ve yüzü eski haline dönmüştü "gerçi başka seçeneğin yok yardım etmek zorundasın. ah yoksa bizim küçük casusumuz hapishanelerde mi çürümek istiyor"
*
oradan çıkmıştım ve evet teklifini kabul etmek zorunda kalmıştım. komiser jung hoseok tam bir zorbaydı. min yoongi hakkında kısa bir araştırma yapmıştım ama kendisiyle ilgili pek fazla bir şey öğrenememiştim. çok başarılı olduğu falan yazıyordu sadece, adam resmen kapalı bir kutu gibiydi. çekimlerin yapıldığı mekanın önünde dikiliyordum. sessizce okudum "saga pictures"
