day 1: 'how i met my dirtbag?'

328 16 4
                                    

23 Eylül 2014

“Andreanna Stephenie Patridge, 18 Kasım doğumluyum, yarı Yunan yarı İngilizim ve sizi temin ederim buraya neden veya nasıl geldiğim hakkında en ufak bir fikrim bulunmamakta. Sadece iş arıyorum ve... Sanırım bir süre burada yatmam da gerekebilir.” Derin bir nefesi dudaklarımın arasından bıraktıktan sonra, patronum olmasını temenni ettiğim bay Lockwood, gözlerini kısıp hafifçe beni süzdü. “Öncelikle, ismin çok uzun ve Sidney'de bu tarz şeyler rahatsızlık uyandırabilir. O yüzden bundan sonra ismin yalnızca Andrea.” Ellerini kucağında kenetledi, deri koltuğunda oldukça rahat gözüküyordu.

“Club 77 kurallarından bahsetmem lazım, öncelikle tam adını kullanmaman gerek. Başına bela alınmasını istemezsin sonuçta, nihayetinde biz de sizin can güvenliğinizden sorumluyuz ve size olan bir şey bize de olmuş demektir.” İnce dudaklarına yayılan sinsi gülüşe gözlerimi kısarak baktım, neler oluyordu? “İkincisi, müşteriler daima haklıdır klişesi burada da var. Zaten burası genellikle ünlülerin takıldığı bir mekan, bu yüzden onlar her ne kadar bok torbası olursa olsun haklıdırlar.”

Usulca başımı salladım, başka şansım yoktu çünkü. Buruk bir gülümseme yerleştirdim yüzüme ve baş barmenin ardından gidip, kalacağım minik odayı ve kıyafetleri buldum. Manchester'dan kaçıp Sidney'e gelmek ile hata yaptığımı fark etmiştim tabii ki, fakat iş işten geçmişti bile. Kaderime razı olup, Club 77'ye ayak uyduracaktım. Belki bir şeyler yolunda giderdi.

Gündüz yerini gecenin koyu kollarına bırakırken, baş barmen olan Chris'in dediklerini iyice aklıma kazımış ve ufak tefek notlar tutmayı da ihmal etmemiştim. Anlattıklarına göre burası gerçekten de popüler bir mekandı ve ünlülerin çoğu burada takılmayı yeğlerdi, 'tesadüfen' tanışmaları için buradan daha iyi bir mekanın daha bulunmadığını söyledi. Bu sebepten dolayı hizmette mükemmel olunması gerekiyormuş. Ünlülere ilgi duymadığımı söyleyemezdim, hadi ama, hangimiz duymazdık ki? Justin Timberlake'i yolda görsem fangirllik damarım tutar ve üstüne atlayabilirdim.

Ama ünlülerin hepsinin yeri göğü delen egolarının olduğunu değiştiren bir gerçek maalesef bulunmuyordu. Tamam, belki Timberlake apayrı bir yerdeydi  ama çoğu egoist, kendini beğenmiş ve şımarıktı. Ayrıca yine Chris'in anlattığına göre, her barmenin burada kendine bir bok torbası seçtiğini söylediğinde, oldukça şaşırmıştım. Lockwood gerçekten haklıydı, bok torbaları her yerdeydi. Chris de birkaç defa ünlüler ile takıldığını söylüyor ama detay vermiyordu. Bir başka kuraldı bu da; eğer bir ünlü ile takılırsan bunu kimseye söyleyemezsin, anne babana bile.

Yalnızca gözlerimi devirmiş ve likörlerin, tekilaların ve biraların yerlerini ezberlemeye çalışmıştım. Gece olduğunda ise bir anda beliren kalabalık, gecemin daha yeni başladığını ve bitmesinin imkansız olduğunu görmeme sebep olmuştu.

“İçki, en sağlamından!” Gözlerimi Cate Blanchett'e diktiğimde, oldukça dağılmış olduğunu fark ettim ve hatırladığım en sert içkiyi bardağa dikkatlice doldurdum. Hafif bir gülümseme ile uzattıktan sonra, tek bir dikişte bitirdiğini gördüm. Tahmin ettiğimden çok dağılmış ünlü vardı ve, Tanrı aşkına, hepsi Sidney'de miydi? Kaçıncı olduğunu hatırlayamadığım tekilasını içen Russel Crowe ise oldukça halinden memnun gibiydi, Oswiel denilen barmen kız ise kucağına yerleşmişti bile. Gözlerimi devirdim, arkamı döndüm ve derin bir nefes aldım.

Buraya neden gelmiştim? Neden Sidney'i seçmiştim onca yer arasından? İngiltere'ye en uzak ülkelerden biri olmasındandı belki de, ya da tamamen rastgeleydi. Gelmiştim, geri dönüş şansım yoktu ve buna alışmam gerekiyordu. Biraz para biriktirip ayrı bir eve çıkabilirdim, belki eğitimime de devam ederdim ve...

Bunları bir kenara attım düşünmek için henüz erkendi. Nefesimi dışarı sertçe üfleyerek arkamı döndüğümde bana dönmüş bir çift iri yeşil göz ile karşılaştığımdan dolayı afallamadan edememiştim. “Ne arzu edersiniz?” diyerek sordum, karşımdaki ise yalnızca bakıyordu. Gür saçlarımı topuz yaptığım için şükrettim, eğer salınık olsaydı hem şuanın gerginliğinden, hem de sıcaktan ölüp gidebilirdim. “İçki. İçki istiyorum.”

Bardağa bir şeyler doldurduktan sonra önüne uzattım, bu sefer tek dikişte bitirmemişti. Ya ünlü değildi, ya da aşırı dertli değildi. “Sen yenisin sanırım, ilk defa görüyorum seni.”

“Evet, evet yeniyim.” Tatmin olmuşçasına gülümsedi ve içkisinden bir yudum daha aldı. “Adın ne? Ben Ashton.” 

“Andrea.”

“Güzel bir ismin varmış.” Kafasını salladı ve bardağın dibinde parlayan içkiye usulca baktı. Kafayı bulmuş gibi değildi, gözleri odağını kaybetmeden bakıyordu. “Kendin de bir o kadar güzelsin. Takılmaya ne dersin?” Omuz silktim ve arkamı döndüm. “Sanırım şuan için ihtiyacım olan en son şey senin gibiler. Ve kesinlikle bir bok torbasısın.”

Arkamda kıkırdayışını duyduğumda, istemsizce kaşlarımı çattım. “Bok torbası, ha? Ünlülere bu isimle mi sesleniyorsunuz aranızda? Aslında haksız da sayılmazsınız, gerçekten de bok torbasıyız. Ama emin ol Andrea, burada iki haftada kazanacağın parayı sana bir gecede öderim.”

“Başka bir arzunuz var mıydı? İçki, çerez veya siktirip gitmek gibi?” Güçlü bir kahkaha kulaklarımı doldurdu. “Güzel lafların var, kafam biraz iyi olmasa daha net anlardım belki ama olsun.”

“Emin ol, bana kafan yerinde olsa asla katlanamazdınız.”

“Ah, emin ol kafam yerinde olsa sana daha fazla katlanabilirdim. Belki bir gece, belki bir hafta, belki bir ay, belki bir yıl...” Başını hafifçe geriye doğru attı, gülmeyi de ihmal etmemişti. Gülüşü gerçekten güzeldi, hafifçe tebessüm ettim. “Hiç sanmıyorum.”

Başını düzeltti ve bana doğru yaklaştı, arada bar tezgahı olmasa şuan üstümde olacağından emindim. “İddiaya girebiliriz, ben senin bok torban olayım ve sen de benimle ol. Doksan dokuz gün.” Tiz bir kahkaha attım. “Ciddi misin sen? Kafan iyice güzelleşmiş.”

“Ben oldukça ciddiyim, doksan dokuz gün. Emin ol mükemmel olacak.” Gözlerimi devirdim. “Karşılığında ne alacağım, Ashton?”

“Beni.”

99 days. // irwinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin