Medusa'nın Evi

36 2 0
                                    

- Şuradan iki kişi uzatır mısınız ?

Bunu dememle "Ahhhh !" diye bağırması bir oldu tanımadığım yolcunun. Selim ve kendim adına ücreti uzatırken gözüne parmağımı sokmuştum. Çok kızmamıştı Allah'tan, sadece gözünü tutarak dolmuştan inmişti. Küçükesat'la Aydınlıkevler arasında direkt otobüs hattı vardı ama biz o gün dolmuşu tercih etmiştik.

Onsekiz yaşımızı doldurur doldurmaz kayıt olmuştuk bir sürücü kursuna. Bir an önce ehliyet almalıydık, babam Aydınlıkevler'de bir tanıdık bulmuştu. Gidiyorduk, geliyorduk, sıra sürüş eğitimine gelmişti. Bize "adam başı yirmi saat" demişlerdi, tüm sınıf yirmi saat değmemiştik gaz pedalına. Sürüş hocamız çayı ve sigarayı biraz fazla seviyordu, her beş dakikadan sonra yarım saat çay molası veriyordu. Neyse ki Selim de, ben de biliyorduk araba sürmeyi. Yalnız sınavdan önce bizi çok uyarmışlardı, "ne yapın edin, sınav esnasında yanınızda oturan hocanız ne direksiyonu tutsun, ne de fren pedalına bassın" diye. Bizi uyarmışlardı ama keşke hocaları da uyarmış olsalardı. Ben 95 alıp geçtim, tekrar çağırdılar Selim'i. Hocası gereksiz yere direksiyona asılmış, kızmış arkadaki gözetmen, "iyisi mi sen bir daha gel" demiş.

Oysa planlarımız bile hazırdı, ehliyetleri kapar kapmaz Didim'deki yazlıklarına gidecektik. Yine de bozmadık bu iştah kabartan tasarıyı. Bir haftalığına da olsa gidecektik, sonra beraber Ankara'ya dönecektik.

Birkaç yıl öncesinden biliyordum Didim'i. Babamın avukatlığını yaptığı şirket tüm çalışanlarına burada tatil hediye etmişti, bizi de ihmal etmemişti. Tadı damağımda kalmıştı bu güzel Aydın beldesinin. Tekrar görecek olmak heyecan veriyordu. Gerçi onbeş günlük sömestr tatilinde gelmiştik Selim'lerin yazlığına ama o zaman kıştı. Herkes deli sanmıştı bizi. Esnaf kovalayacak diye ödüm taşmıştı.

Sabahın kör vakti inmiştik otogara. Selim'in kardeşi yoktu, onun için hem Hikmet Amca, hem Sevim Teyze kendi çocukları gibi severdi Selim'in arkadaşlarını. Beni de öyle severlerdi sağ olsunlar. Kahvaltı güzeldi, heyecanlıydım biran önce plaja inmek için. Yıl boyu anlatmıştı Selim oradaki yazlık arkadaşlarını, güzel kızları... Hepsini görmek, hepsiyle tanışmak için can atıyordum.

Plaja indik, havluları serdik, yıl boyu bahsettiği arkadaşları geldi, kondu yanımıza. Hepsi anlattığı gibi sıcakkanlıydı, aralarına kabul ettiler beni. Derken gurbetçi gençler de geldi kimi Almanya'dan, kimi İsviçre'den... Ama içlerinde biri vardı ki...

Daha önce çok yeşil çimen görmüştüm ama ömrümde böyle çimen yeşili göz görmemiştim. Güneş sarısı saç ta çok görmüştüm ama altın sarısı olanına ilk kez rast gelmiştim. Narindi fiziği, inceydi bilekleri... İnsan değildi bu, sanki melekti...

Diğer gurbetçi gençlerle Almanca konuşuyorlardı aralarında. Adımı da öğrenmişti. Arada bir bozuk Türkçesiyle anlatmaya çalışıyordu derdini. Bir de kız kardeşi vardı bence kendi kadar güzel olmasa da, beldenin en popüler çocuklarından biriyle çıkıyordu. Sordum Selim'e, bu kızın ne bir sevdiği, ne hoşlandığı yoktu.

Bir akşam halı sahada maç almıştık bu gurbetçi gençlerle. Biz de iddialıydık aslında, ne olabilirlerdi ki ? Maçtaki iki golümüz de skor 9-0 olduktan sonra geldi. Belli ki acımışlardı bize. O vakit anlamıştım; neden seksen milyonluk Türkiye dururken beş milyonluk Almanya Türklerinden çıkıyordu Milli takımın yarısı...

Bir gün yine plajdayız, yanımızda oturuyordu bu kız. Arkadaşlar bir şey rica etti, "yapmam" dedim ısrarla. Sonra bu kıza dediler ki, "öpsene İsmail'i bir yanaktan, gitsin alsın kolaları..." Sakince geldi, küçük bir buse kondurdu yanağıma. Dünya o an durmuştu sanki, koştum kaptım kolaları. Sonra plajdan çıkarken çok güldü, sarıldı belime, tabii ben de onunkine... Allah'ım ! Bu nasıl bir beldi ? Bu kadar ince bir bele sahip olup ta nasıl düşmezdi insan iki yanından birine ?

"What is love ? Baby don't hurt me no more..."

"All that she wants is another baby, she's gone tomorrow, boy"

"and I can't help falling in love with you"

Doksanların ne kadar popüler şarkısı varsa çalıyordu barlarda, diskolarda. Gözüm arayıp duruyordu bu kızı akşamları, göremiyordum. Sadece plaja iniyordu, akşamları çıkmıyordu belli ki. Selim'e kızıp duruyordum, "bırak kız kovalamayı da, gidip bulalım şu kız nerede" diye. "O geceleri çıkmaz" diyordu, inanmıyordum. Gerçekten de onca akşam bir kez bile görmemiştim onu dışarıda. Karar vermiştim bir akşam : ben çekingenim ama tanıyorum bu kızın kuzenlerini, onlara söyleyeyim, onlar aktarsın hislerimi...

Ertesi gün çağırdım bunları yanıma. "İsmail senden çok hoşlanıyormuş deyin" diye dil döktüm. Aklı başında olanı ikaz etti, "canım kendin söylesen daha iyi, kızlar cesaretli erkekleri sever" dedi. Yapamadım, çok ısrar ettim, "tamam" dediler. "Konuşuruz, elçiye zeval olmaz..."

Yanına gittiklerini gördüm, biliyordum, beni anlatıyorlardı. Kızın yüzü düştü, mahcup görünüyordu. Uzun sürdü konuşmaları, kalbim sanki yerinden çıkacaktı. Kız o gün erken terk etti plajı. Kuzenleri yanıma geldi kötü haberi vermek için :

- İsmail söyledik. O kimseyle çıkamazmış, sebebini soramadık.

- Ya...

- Keşke kendin konuşsaydın, belki o zaman kabul ederdi. Zaten "hay Allah, çocuğa da ayıp olacak şimdi" dedi...

O akşam ilk kez dışarıda görmüştüm onu, beni fark etmiyordu. Uzaktan seyredip duruyordum, Selim diğer arkadaşlarıyla konuşuyordu. Bir büfe gördüm sahil yolunun kenarında, saymadım kaç kutu birayı yuvarladım nefes almazcasına... Sonra bir bara girdik, orada karıştırdım içkileri. Şarap, viski, rakı... Artık elime ne geçerse. Saat gece yarısı kaçtı hatırlamıyorum, Selim koluma girmişti. Evlerine girdiğimizde herkes uyuyormuş, sabaha kadar kusmuşum Selim panik olmuş.

Ertesi sabah Sevim Teyze, "oğlum bilmediğin yerlerde niye limonata içiyorsun" dediğinde uyanmıştım Selim'in söylediği yalana. Renk vermemiştim. İyi de yapmıştım, yoksa hala sevmeye devam ederler miydi beni ? Hele ki Selim paspas yapmak zorunda kalmışken annemin doğum günümde aldığı yepyeni gömleği.

Ankara'ya dönmüştük, annemler teyzemlerin yanındaydı Yalova'da. Selim'lerde kaldım o akşam, annesi babası hala yazlıktaydı. O da dönecekti ertesi gün Didim'e, son gecemizdi. Yine kaç kutu bira içtim hatırlamıyorum. Uzaklara dalıp dalıp gidiyordum. Gaziosmanpaşa'dan baktığımda Atatürk Orman Çiftliği'ni Ege Denizi gibi görüyordum. Acaip kötü hissediyordum kendimi, epeydir hiç böyle olmamıştım. İçimden diyordum ki :

- Ah be Didim. Ah be yılan saçlı Medusa'nın evi...

Medusa'nın EviHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin