Konservatuvarın müdürü profesör Duşsnka Seratliç'in çalîşma odasını önünde heycanla bekliyordum. Koridorda kimi öğrenciler enstürmanlarını akort ediyor, kimileri de arya mırıldanıyorlardı.
Kapı açıldı. Elli-elli beş yaşlarında, yuvarlak yüzüne göre kesilmiş kahverengi saçlara ve ince bir fiziğe sahip Proferör Duşanka kestane rengi gözleriyle dikatlice beni inceledi. Sonra eliyle içeri girmemi işaret etti.
Odaya girdiğimde içeriye göz attım. Sol tarafta, kapının hemen yanında gri bir dolap, tam karşısında koyu kahverengi bir çalışma masası ve iki sandalye vardı. Masanın üzeri kitaplar ve not defterleriyle doluydu. Kösede küçük odayı aydınlatan ayaklı bir lamba duruyordu. Odanın büyüklüğüyle orantılı olan pencerenin altına ise bir saksı çiçeği konmuştu. Geçip sandalyelerden birine oturdum. Kahverengi çantamı yere koyar koymaz, "Çantanı yerden kaldır."dedi Profesör Duşanka. "Bereketi kaçar."
Yúzüme tatlı bir tebessüm yayıldı. "Öğrencinin parası olmazmış derlermiş hocam,"dedim eğilip çantamı yerden alırken. Sonrada ekledim:"Çantamda paramdan çok notlarım var."
Profesör Duşanka dudaklarını alaycı bir gülümsemeyle büzdü. Hızla ayağı kalkıp camı açtı. Sonra da masasının başına tekrar geçip oturdu.
Soğuk ama ciddi bir ses tonuyla "Acaba size yanlış bir söz mü söyledim" dedim.
Profesör Duşanka'nın gözlerinde küçümseme belirdi."Kaç yaşındasın sen?" diye sordu.
"On sekiz,"dedim kuru bir ses tonuyla.
"Buraya nereden geldin?"
"Foça'dan. Daha doğrusu ailem orada yaşıyor. Ben burada teyzemle birlikte kalıyorum."
"Baban ne iş yapıyor?"
"İmam."
"Yani din adamı."
"Evet. Biz Müslüman Boşnakız."
"Olabilir," dedi Profesör Duşanka "Bende bir sırpım, Hıristiyanım, aynı zamanda Ortodoksum. Bu çatı altında bunların hiçbir önemi yok. Bu konservatuarda dinler değil, evrensel olan müzik saygı görür. Chopin'in sırf Polonyalı bir Katolik olduğu ya da Beethoven'ın Alman Protestani olduğu için bu konservatuardan kovulduğunu düşünebiliyor musun? O zaman ne büyük bir insanlık suçu işlenirdi..."
Profesör Duşanka'nın sözleri o sırada kapının çalışıyla kesildi. İçeri uzun boylu, mavi gözlü genç bir adam girdi.
"Rahatsız ettiğim için özür dilerim profesör,"dedi tebessüm ederek.
Profesör Duşaka elinde tuttuğu kalemi masaya fırlattı.
"Derhal dışarı çık," dedi. "Özel bir görüşmem var."Genç adamın buğday renkli yüzü sanki bir anda aydınlandı.
"Özür dilerim," dedi hınzırca bir bakış atarken bana."Müsait bir zamanda tekrar uğrarım profesör."
"Bana bigün hiç uğrama Tarık. Sinirlerim yeterince tepemde zaten. Şimdi dışarı çık, kapıyı kapat."
"Öylese yarın gelirim," dedi genç adam.
"Yarın sabah onda burada ol."Kapı kapandı. "Deli çocuk"dedi ProfesörDuşanka gülerek. "Nerede kalmıştık? Ha! Bu konservatuarda dinler değil, evrensel olan müzik saygı görür..."
Artık profesörü dinlemiyordum. Aklım az önce odadan kovulan, çıkık elmacık kemiklere sahip, güzel sesli genç adama takılmıştı. Küçükken sık sık gördüğüm rüyaları hatırladım. O rüyalarda akşam güneşinin kızıllığı buğday başaklarının üzerine çökerdi. Ateş gibi yanan başakların arasından yelesini dalgalandırarak yemyeşil ağaçlarla kaplı dağlara tırmanan, şahane beyaz bir at görürdüm. Atın üzerindede az önce gördüğüm adam vardı. Artik ßunu biliyordum ki, ilk görüşte aşka inanmayanların aksine ben, rüyalarımda aşık olduğum adamı nihayet bulmuştum.
"Sen beni dinliyormusun?" dedi profesör gur bir ses tonuyla.
Profesorün sesiyle dalıp gittigim düşüncelerden uyandim. "Şimdi dışarı çık,"dedi büyük bir öfkeyle ." Anlaşılan sana müziğin yanında saygıyıda öğretmem gerekecek."Şaşkınlıkla ayağa kalktım. "Ben ailemden büyüklerime nasıl saygılı olmam gerektigini öğrendim."dedim Boşnak gururuyla. "Siz sadece bana müziģi öğretin yeter. Şimdi size iyi günler dilerim hocam."
Kapıyı hafifçe çarparak odadan çıktım. "Yarın sabah dokuzda burda ol."diye arkamdan bağırdı.
Kapının önünde adeta donakalmıştım. Aslında ağlamanın bir zayıflık belirdisi olduğumu bilmeme rağmen gözyaşlarıma engel olamadım. Şaßkın ve çaresizdim. O an bir el omzuma dokundu. "Üzgün üzgün durmayın öyle,"dedi. "Az önce ne kadarda tatlıydınız. "
Kendimi geriye doğru çektim. Çabucak gözyaşlarımı sildim. Profesör Duşanka'nin odasına hiren genç adamı karşimda görünce afalladım. Bakışlarında bana karşı bir acıma vardı sanki. "Buradan hemen gidelim" dedi.
"Profesöre görünmesek iyi olur."Yan yana yürümeye başladık. Neredeyse aynı boydaydık. Konservatuarın ana kapısından dışarı çıktığımızda rüzgar esiyor, sokaktaki ağaçların yaprakları başımızın üstünde hışırtılar çıkarıyordu. Ilık bir damlacığın elimi ıslattığını hissettim. İkincisi de yüzüme düştü. Başımı kaldırdım, gökyüzüne baktım. "Yağmur başlıyor," dedim.
"Evet," dedi tatlı tatlı tebessüm ederken. "Bir kahve içmeķ için biraz zamanınız varmı?"
Yağmur damlaları gittikçe daha düzenli ve daha hızlı düşmeye başlamıştı. Genç adam elinde tuttuğu siyah şemsiyesini açtı, yanıma sokuldu. Vicudunun sıcaklığını tenimde hissedince birden garip bir güven duygusu oluştu içimde.
"Biraz zamanım var,"dedim.
Konservatuarın hemen yanındaki kafenin kapısından içeri girdik. Sokağa bakan masalardan birine geçip oturmadan, kahverengi montumu çikarıp sandalyenin arkalığına astım. Birden beyaz bir şimsek çaktı. Bunu hızlı bir gök gürültüsü kovaladı. Ve az önceki ďimşrk yerini sağanak yağan bir yağmura bıraktı."Adım Tarık Begiç," dedi elini uzatırken bana. Sanki bedenimi ates topu sarmış, heycandan titriyordum. Bakışlarımı kısa bir süre için ondan kaçırdım.
"Benim adim da Suada Hatiboviç"dedim.Büyük hayranlık içinde ela gözlerime bakıyordu. Belli ki oda benim gibi çok heycanlıydı.
"Ne içersiniz?" diye sordu titreyen sesiyle.
"Boşnak kahvesi lütfen"
O sırada garson kız yanımıza geldi. Kıza dönüp "iki boşnak kahvesi istiyoruz lütfen,"dedi.Garson kız yanımızdan hızla uzaklaşınca bana sevecen bir şekilde tekrar baktı. "Demek Boşnaksınız."
"Evet"
"Öyleyse hem iyi kalplisiniz, hemde inançlı, doğru mu?"
Güldüm "Doğru" dedim. "Aynı zamanda hayalperestim."Sağ yanağında gamzesi belirdi. "Gerçekten halyalperst misiniz?"
diye sordu şaşkınlıkla.
"Biraz öyleyim" dedim. "Bana göre hayallerin olmadığı bir dünya, çiçeksiz bir bahçe gibidir. Ayrıca biz müzisyeniz. Hayallerim olmadan müzik çalamam ki ben. Yoksa siz hayalperest değil misiniz?"Güldü "Ben hayalperest değil, sayende aşkperest oldum. Alev renkli kızıl saçlarından ve su perisi güzelliğinden gözlerimi bir türlü alamıyorum."
Yüreğim, bana bu güzel sözleri söyleyen genç adama karşı derin bir sevgiyle dolup taştı. O anda yüreğime dolan sevgi öyle sıcak, öyle kuvvetliydi ki, genç adam bunu bilse herhalde hayretler içinde kalırdı.
Onu ilk günden daha fazla şımartmak istemedim. Masadan hemen ayağa kalktım. Montumla çantamı aldım. "Nereye gidiyorsunuz?"dedi şaşkın şaşkın bana bakarken.
"Daha kahvemizi bile içmedik.""Seni kendinle baş başa bırakıyorum,"dedim içimden gülerek. "Artık yalnız oturup kahveni içersin.
Oturduğu yerde öylece kalakaldı. Kafeden çabucak dışarı çıktım, kendimi sokaklara attım. Sokaklarda bir başıma yürürken, sağanak halinde yağan yağmurda akış hızını arttıran bir nehir gibiydim. O anda yüreğim, bir zamanda rüyalarımda gördüğüm genç adamın aşkıyla coşuyor, coştukça da sağanak yağmurun altında mutluluktan gözyaşlarım akıyordu.Evet arkadaşlar yorum ve oylarınızı bekliyorum.❤
CZYTASZ
İNCİR KUŞLARI
Mystery / ThrillerBir gün... Sıradan bir insanın başına sıra dışı bir olay geldi. Ve böylece başkarakterlerimizin yolculuğu başladı...