"Kimsin sen!?"
Yavaş yavaş yüzüme yaklaştı. Kalbim ağzımda atmaya başladı. Çok garip birşeydi, bir insandan çok bir yaratığa benziyordu..
Eli ile çenemi kavradı ve konuştu,
"Bir kâbusunuz.." dedi ve buradan gitti. Islak gözlerimi kanlar içinde yatan Jimin'e çevirdim. Gözlerini açmaya çalışıyordu. Hemen telefonumu aldım ve ambulansı aradım. 10-15 dakikaya geleceklerini söylediler. Ya o sıraya kadar Jimin giderse?
Ellerimi yüzüne koydum ve konuşmaya başladım.
"S-sevgilim, sana söz veriyorum.. i-iyi olacaksın." Konuşmama bile izin vermiyordu girdiğim şok..
////15 dakika sonra ambulans gelir////
Jimin'i sedyeye kaldırdıklarında yerde ki kanlara baktım. Bu kadar kan kaybedip yaşayabilir miydi? Lütfen iyi ol sevgilim.. Yol boyunca ettiğim duaların haddi hesabı yoktu. O kadar umut ediyordum ki..
Hastaneye girdik.. onu sedye ile ameliyathaneye soktular.. ağlayarak sandalyelerden birine oturdum.. neye üzülüp neye şaşıracağımı bilmiyorum.. Ben ne yapacağım?
Doktor sonunda ameliyathaneden çıktı, biraz ümitle karşısına geçtim..
"J-jimin nasıl?"
"Durumu iyi, şükür ki bıçak kalbine denk gelmemiş. Yoksa onu kaybedebilirdik.." Gülümsemiştim.. Bütün dünyaya sahip olmuşum gibi gülümsemiştim... Doktor gitti ve ben de koltuğa tekrar oturdum... Umarım bu hastaneden de hızlıca çıkabiliriz...
Beklemeye devam ettim. Sonra aklıma o gelmişti. Eve neden gelmişti? Jimin'e neden bunu yapmıştı? Neden kâbusumuz olduğunu söyledi?
Bu soruların hiç birinin cevabı yoktu.. Belki de vardı ama biz bunu göremiyorduk...