İnsan garip bir varlıktı. Bazı şeylerin gerçekleşecek olmasının imkansızlığına kendini ikna etmeye çabalardı ama hayal edip daha fazla bağlanmaktan da geri duramazdı. Bazen çok dalardı hayallerinin arasına gerçeği unuturdu, bazense hayal kurmayı bile yasaklardı kendine. Tabii bu yasağın ne kadar geçerli olduğu tartışmaya açıktı, hayal kurmak insanın doğasında olan bir şeydi ve insan doğasına karşı gelemezdi. Radyoda konuşan adama göre ben insan doğasına karşı geliyordum ve bunu birini severek yapıyordum. Sorun sadece sevdiğim kişinin cinsiyetinin erkek olmasıydı, bu yeterliydi insan olmaktan çıkmama. Çatalımı bastırdığım zeytin kurtulup tabağın başka bir köşesine kaçtığında adam hâla konuşmaya devam ediyordu. Hastalıklı bir birey olduğumu anlatıyordu, belki sorun çocukluğumdan kaynaklanıyor olabilirmiş. Doktora olan sinirimi zeytinden çıkartmak istiyordum, o bir türlü çatala gelmeyerek daha çok geriyordu beni. En sonunda çatalı masaya bırakıp burnumdan soluyarak parmaklarım arasına aldım. Göz hizama getirip kazanmanın verdiği rahatlamayla zeytine gülümserken çok bekletmeden ağzıma attım. Daha fazla dinlemek istemediğim için kulaklarımı tıkamıştım dışarıdaki seslere, annemin bana seslenip durduğunu duyamayışım da bundandı. Ancak eli omzuma dokunup sıktığında fark edebilmiştim bana bir şeyler söylediğini. "Aman oğlum, duyuyor musun? Neler var neler, dikkat et kendine. Uzak dur böyle insanlardan, yavrum benim." Söylerken bir yandan da dizlerini ovuşturup arada bir vurarak yakınıyordu. Söyleyecek bir şeyim yoktu, ne söyleyebilirdi ki insan böyle bir şeye? Anne ben hastayım mı demeliydim, yoksa ben hasta değilim diye bağırmalı mıydım? Sadece gülümseyip başımla onaylayabilmiştim onu. Ne denirdi bilmiyordum ben, kelimeler tıkanıyordu. Her şeyin suçlusu az önce yediğim zeytinin çekirdeğiymiş gibi onu masaya sertçe bırakıp ayaklandığımda annem de beni yolcu etmek için ayaklanmıştı.
Dış kapının ağzında ayakkabılarımı giymeye çabalarken bir yandan da annemin sırtımı sıvazlayarak ettiği dualarını dinliyordum. Bir anda hatırlamış gibi dua etmeyi bırakıp elini çekti. "Akşam çok gecikme, Turgut amcanlar gelecek yemeğe." Çocukken bunu duymak için babalarımıza sürekli ısrar ederdik Görkem'le. Birbirimizi biraz daha görmek, biraz daha beraber oynamak ailelerimizin akşam yemeği davetine bakıyordu. Şanslıysak öyle gecelerde yatıya kalabiliyor, beraber uzanarak sabaha kadar hayal kuruyorduk. Şimdi bu haberi duyduğumda içimde o çocukça sevince dair pek bir şey yoktu. Sadece babalarımızın yanında kavga etmemiz yasaktı ve Görkem bana iyi davranmak zorunda kalıyordu. Bu yüzden ya hiç gelmiyor ya da babasının zoruyla geldiği zamanlarda yemekten hemen sonra bir bahane ile kalkıyordu, bana iyi davranmaktansa beni görmemeyi tercih ediyordu. "Görkem de gelecekmiymiş?" Ayakkabılarımı giymeyi başardığımda doğrulup askıdan parkamı aldım. Giyerken bir yandan da annemin yüzüne bakarak vereceği cevabı bekliyordum. "Bilmiyorum yavrum." Onu başımla onaylamakla yetinip alnına bir öpücük bıraktım tüm sevgimle. "Tamam, gecikmem."
Fakültenin kantininde otururken tüm gerginliğim yere vurup durduğum ayağımdan taşıyordu. Karşı masada arada bir ters ters bakışlarıyla bana bakan Görkem'le bakışlarımız buluştuğunda daha sert çarpıyordu ayağım yere. Masadaki arkadaşlar düzenleyeceğimiz yürüyüş hakkında konuşuyorlardı, ters bakışlarının sebebinin bu olduğunu da anlamak zor değildi. "Vurma şu ayağını." Cengiz'in lafıyla masada oturan tüm başlar bana dönmüştü sanki hepsi bunu bekliyorlarmış gibi. Ayağımı vurmayı bıraktığımda hepsi önüne dönüp, az önceki hararetli konuşmalarına kaldıkları yerden devam etmeye başladılar. "Ben gidiyorum Cengiz."
"Nereye?" Benimle beraber kalkmaya hazırlanan bedenini omzuna bastırarak geri oturttum kalktığı yere. "Lavaboya gidiyorum, dönerim hemen." Cevabını beklemeden yanından ayrıldım. Bulunduğum ortamdan uzaklaşmak için hızlı hızlı atıyordum adımlarımı, biraz daha o çatık kaşlarıyla bakışsam kavga çıkaracaktım yoksa. Onun istediği de bu gibiydi, bana böyle baktığında nasıl sinirlendiğimi biliyordu. Sinirimin yansımasıyla tuvaletin kapısını gereğinden sert açtığımda bana dönen başları umursamadan lavabolara doğru ilerledim. Sadece elimi yıkayıp çıkacak, sigara içecektim. Aynada kendime bakmamaya çalışarak ellerimi yıkarken beklediğim kapının kapanma sesi gelmemişti ve yanımdaki herkes birbirine kaş göz yaparak çıkıyordu. Yüzümdeki yara izleri sinirlerimi bozduğundan yüzüme bakmamaya çalışarak arkamda olanları görme çabam gördüğüm yüzle sona ermişti. Görkem'i görmezden gelip yıkadığım ellerimi üzerime silerek çıkmaya yeltendim oradan diğer çıkanlarla beraber. Kollarıma sarılan eller buna engel olmuştu, gözlerimi devirmeden edemedim. "Nereye böyle aceleyle Alper kardeş? Gören de benden kaçıyorsun sanar." Tuttuğu kolumdan içeri sürüklerken aksi yönünde attım adımlarımı kolumu kurtarmaya çabalarken. Bir yandan da alayla gülümseyerek bakıyordum Görkem'e gerginliğimi gizlemek için. "Olur mu öyle şey Görkem, aşk olsun. Arkadaşlar bekliyor ondan acelem. Bırakta gideyim." Son cümlemle kolumu daha sert çekiştirmiş kurtarmayı başarmıştım ancak öncekinden daha sıkı yakalamıştı bu sefer. "Konuşalım biraz, arkadaşların beklesin biraz." Daha ağzımı açamadan duvarla buluşan sırtım bunun ne tür bir konuşma olacağının habercisi gibiydi. "Böyle mi konuşacağız?" Kolumu bırakıp yakalarımı düzeltti yüzüne bir gülümseme yerleşirken. "Medeni insanlarız, güzel güzel konuşacağız tabii. Afişler nerede?"
"Söyleyecek olsak saklamazdık her halde." Gülümsemesi sertleşip çenesi kasılırken sıkıca kavradı yakamı ve duvara bastırdı bedenimi. "Söyle Alper, nereye sakladınız?" Susup öylece yüzüne bakıyordum. Gülümsemesi tamamen silinmiş yerine gözlerinde parlamaya başlayan bir öfke gelmişti. Sırtımı duvardan uzaklaştırıp tekrar sertçe buluşturduğunda yüzümü buruşturdum. "Canını yakmak istemiyorum. Söyle şu afişlerin yerini." Omuzlarımı gererek acıyı hafifletmeye çalışırken inanamayarak baktım yüzüne.
"Söylediklerinle yaptıkların pek uyuşmuyor gibi." "Sabrım taşıyor." "Dağıtırken sana da, faşist arkadaşlarına da birer tane getiririm. Belki beraber yürürüz Amerikan emperyalizmine karşı." Gözlerindeki öfke iyice harlanırken kafasının yüzüme yaklaştığını gördüm ve sonrasında bir sızlama hissettim yüzümde. "Senin o faşist diyen ağzını var ya anarşist," Cümlesinin devamını beklerken açılan kapıdan giren Cengiz günün kahramanıydı. Görkem'i üstümden çekmiş, biraz dalaşıp olayı büyütmeden oradan çıkartmıştı beni. Fakültenin çıkışına yürürken sızlayan yanağımı tutarak Cengiz'e bakıp sırıttım. "Nereden anladın?" Ovaladığı omzunun üzerinden bana bakıp benim gibi sırıttı. "Ben anlarım." Kaşlarımı havalandırarak mantıklı bir cevap beklediğimi gösterdim, o da omuz silkip önüne döndü ama cevapladı yine de beni. "Peşinden kalktığını gördüm şerefsizin, sen de gecikince işkillendim işte." Yaptığı şeye rağmen Görkem'e öyle demesi hoşuma gitmemişti. "Derdi neymiş?" "Hiç," dedim umursamazlıkla. "özlemiş beni bir göreyim demiş."Eve annemin beklediğinden de erken gelmiştim. Olurda benimle konuşmak ister diye odamı toparlamıştım, ilgisini çekeceğini düşündüğüm kitapları kitaplıkta öne çıkarmıştım. Ne zaman bize gelecek olsalar bunu istemsizce yapıyordum. Benimle konuşmak isteyeceğini umut edip gidene kadar yüzüme bile bakmayınca gece kalbime batan hayal kırıklıklarıyla kıvranıyordum sabaha kadar. Bazen kendi kendime acıyordum, aciz görünüyor olmalıydım dışarıdan. Görkem'in beni nasıl bu kadar kolay silip attığına anlam veremiyordum, beni onu sevdiğim kadar sevmemiş miydi? Yoksa o da içten içe özlüyor muydu beni? Çaresizce tutunacak bir dal arıyordum kendime ve bunu eskisinden daha sık yapıyordum artık. Önceleri üzüldüğüne inanmıştım ama artık buna olan inancım sarsılıyordu.
Çalan kapı beni boğulduğum düşünceler arasından çekip kurtardığında fırladım yerimden. Üzerimi düzeltip dalgalı saçlarımı yana çekiştirdim odadan çıkmadan önce. Babam çoktan kapıyı açmıştı. Annem ceketlerini asıyordu, bir yandan da selamlaşıyorlardı hemen aralarına karışıp karşıladım gülümseyerek. Turgut amcanın elini öptükten sonra Görkem'in asık suratıyla gelme demesine rağmen gidip sıkı sıkı sarıldım ona. Ensesinin hemen altında biten uzun saçlarını ve bıyığını özenle taradığı belliydi. Giydiği beyaz gömlek üzerine bir beden büyük gibiydi ama bu bile yakışıklı görünmesine engel değildi. Ayrıldığımızda benden uzun olan boyu yüzünden başımı kaldırıp sırıtarak baktım yüzüne. Belki aciz ya da iğrenç biri olduğumu düşünüyordu benim gibi ama babalarımız varken bir şey diyemediğinden bunu her seferinde yapıyordum ve bu yüzden Görkem'le çok kez kavga etmiştik. Yapma, diyordu ama bunun bana ne kadar iyi geldiğini bilmiyordu.
"Alper oğlum, yüzüne ne oldu?" Başımı kasemden kaldırıp göz ucuyla Görkem'e bir bakış attım. Sesimde sadece onun anlayacağı imâ vardı. "Andavalın biri önüne bakmadan yürüyormuş, çarpıştık Turgut amca." Dedim önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi gülümseyerek. "Sen de önüne bakmıyormuşsun her halde çarpışmaya engel olamadığına göre." Gülümsemem silinecek gibi olsa da onun Gülen yüzüne inat engel oldum. "Güzel çarpmış ama yüzüne renk gelmiş." "Onun yüzü daha çok renklendi, görseydin sanki çiçek bahçesi." Bunun bir çarpışma olmadığını bizim gibi babalarımız da biliyordu ama bir şey söylemeden dinliyorlardı sadece. "O taş kafandan hasarsız kurtulması namümkün zaten." Söylediği beni sinirlendirirken masadaki herkesi güldürmüştü.
"Eline sağlık Gülten teyze. Alper yediysen odana geçelim mi?" Gece boyunca Görkem benimle kavga etmeden en uzun konuşmasını yapmıştı. Sürekli gülümsemiş, şakalar yapıp durmuştu. Annemin soyup yarısını bana uzattığı portakalı alırken içimde bir şeylerin doğru olmadığını fısıldayan sesler vardı ama ben onlara kulak tıkamaya çalışıyordum. İnsan bazı zamanlarda gerçek olmadığını mutluluklara inanmak için gerçekleri göz ardı ediyordu tıpkı benim gibi. "Müzik bitsin gideriz." Televizyondan odaya yayılan Erkin Koray'ın sesi düşüncelerime sızdı. Bütün gece ağlayacağımı Görkem'in yaptığı kaş göz işaretlerinden anlayabiliyordum bu yüzden geciktirmek için bahaneler arıyordum. "Anne, bir tane daha soysana bana." Görkem yerinden kalkıp annemin kucağındaki tabağı aldı. "Gel ben sana soyarım odada Alper kardeş." Annemin bizi uzun zamandır böyle görmeyen gözleri sevinçten parlıyordu arkasından bakarken. Mutluluğunu bozmak istemediğimden kalktım ben de ve peşine takıldım. Odamın yerini en az kendi odasının yeri gibi iyi bildiğinden hiç düşünmeden gidiyordu. Koridorun sonundaki odanın kapısını açacakken sağımdaki odayı açarak duraksamasını sağladım. "Odamı değiştirdim." Eski odamda onunla çok fazla anım vardı ve bu bir yerden sonra geçmişte yaşamama sebep olacak kadar yoğunlaşmıştı. Daha fazla dayanamayacağımı düşündüğümde oradan kaçmakta bulmuştum çareyi ama anılar benim zihnimdeydi, onlardan kaçamamıştım. Odanın kapısını peşimden geldiğinde kapatıp elindekileri masaya bırakarak incelemeye başladı. Sanki buraya gelir diye hazırlık yapmamışım gibi umursamazca yatağa oturdum ve yüzünden gelip geçen ifadelerden anlam çıkartmaya çalıştım. Ne düşündüğünü merak ediyordum ya da ne söyleyeceğini. Ağzını açtığı ilk andan itibaren kalbimi kıracağını bildiğimden konuşmayı başlatan taraf olmaya korkuyordum o yüzden sadece izlemekle yetindim. Kısa bir süre sonra kitaplığa yaklaşıp bir kitabı aldı eline. Küçükken beraber okumayı en sevdiğimiz kitaptı, özellikle öne çıkarmıştım. Bu odaya gelirse göreceğini biliyordum. Geçmişimizi ona da hatırlatmak istiyordum, belki hatırlarsa beni yine severdi. "Yeri değişse bile odan hâla aynı." Kitabı bırakıp yanıma geldi ve tam önümde durdu.
"Ama biz aynı değiliz Alper."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevdan Bir Ateş (bxb)
Ficção Geralsevdan bir ateş oldu bende, gönlüm bir deli coştu sende. "Söylesene," dedim kalbimden çıkan bir kıvılcım dudaklarımdan yere düşerken, "bu sevdanın ateşi bir beni mi yakacak hep böyle?"