🍒

80 12 68
                                    

Ben, zaman kavramından bi' haber, rüzgarda hafif hafif sallanan ve hışırdayan büyük yeşil yapraklarım ve dallarımla bilmem kaç senedir şu güzelim parkın ta ortasında yaşayıp giden yaşlı bir kiraz ağacıyım.

Ve işte, bu da benim öyküm.

Yaz ve ilkbahar zamanları; kimi zaman güneşin kavurucu sıcaklarında dışarıda olan insanlara gölgelik, kimi zaman küçük çocukların dallarımdan yardım alarak tırmandığı hayali bir dağ, kimi zaman da tatlı meyvelerim, kirazlarımla insanlara besin kaynağı oluyor, onları mutlu ediyor ve karşılığında mutlu oluyordum. Fakat bu mutluluk benim için kısa sürecekti...

İnsanlar, benimle ilgili işlerini hallettikten sonra; meyvelerimi afiyetle yiyip, bitirdikten sonra, gölgemde oturup dinledikten sonra, tırmanıp birkaç dalımı kırdıktan sonra, beni burada tekrardan yalnız başıma bırakıp sonsuza dek gidiyorlardı. Zamanında her gün yanıma gelen, beni seven, bana bakan herkesten eser kalmamıştı ve bu durum beni çok üzüyordu.

Yapraklarım ve zamanı geldiğinde meyve olacak çiçeklerim kuruyordu üzüntümden dolayı ve park görevlilerinin; meyvelerimin, bu sene de güzel olmazsa beni kesip, daha doğrusu öldürüp, yerime başka bir şeyler yapacaklarına dair aralarında geçen konuşmalarını işitmiştim.
Bunun olmasını takdir edersiniz ki hiç istemiyordum fakat kaderimin çoktan yazıldığının da farkındaydım. Meyvelerim, tatsız oluşuyordu, yapraklarım daha olgunlaşmadan dallarımdan yere dökülüyordu ve benim sonum kesindi; öldürülecektim.

"Merhaba güzel ağaç, nasılsın?"

Bir anda gövdemde hissettiğim hafif baskı ve işittiğim ses ile, bütün dikkatim tek bir noktaya toplanmıştı. Rüzgarda titreyen küt, koyu kahverengi saçları, gülümseyen dolgun pembe dudakları, koyu kahverengi, çok az iri gözleriyle oldukça güzel bir genç kız...Elindeki su şişesiyle köklerimi yavaşça ıslatırken benimle konuşuyordu o tatlı sesiyle:

"Bu sıcak yaz gününde çok sıkılmış olmalısın. Bundan sonra seni tek bırakmayacağım. Buraya yeni taşındım ve artık yeni arkadaşın benim!"

Bu güzel kızın dudaklarından dökülen her bir kelime beni mutlu ediyordu ve ben, onun sayesinde köklerimden gövdeme, topraktan besin değil; heyecanın, mutluluğun geldiğini hissedebiliyordum.

Bir süre daha benimle sohbet etmiş, nereden, neden geldiğini anlattıktan sonra, tekrar görüşeceğimize dair bana söz verip yanımdan ayrılmıştı. Ben ise bir sonraki görüşme zamanımızı iple çekmeye şimdiden başlamıştım.

Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyordum fakat o güzel kız, her gün yanıma gelmiş, beni sevmiş ve benimle konuşmuştu. Ben de ona olan minnettarlığımı gösterebilmek adına dallarımı sallamış, yapraklarımı hışırdatmıştım ve en büyük, en güzel yapraklarımdan hediye vermiştim ona.

Yanıma geldiği süre zarfında adının Kiraz olduğunu ve adaş olduğumuzu öğrenmiştim. Sevgi ya da aşk kavramlarını tanımıyordun fakat Kiraz'a karşı sonsuz bir sevgi ya da aşk beslediğimi, gövdeme en uzak kalan yaprağımdan bile hissedebiliyordum. Onun gövdeme yarattığı heyecan ve mutluluk hisleri sayesinde yapraklarım güçlenmiş ve eskiye oranla daha da fazla çiçek açmıştı.

Kiraz, çiçeklerime hayran olmuş, bana çok güzel olduklarını ve yeşil yapraklarımla dolu olan dallarım arasında beni çok güzel gösterdiklerini defalarca dile getirmişti. Bir çiçeğimi ona hediye ettiğimde de, çok mutlu olduğunu ve bu çiçeği hayatı boyunca yaptığı kolye içinde saklayacağını söylemişti.

Ben, onun sayesinde; bu parktaki en mutlu ağaçtım ve bütün hayatımı bu şekilde sonsuza kadar devam ettirmek istiyordum.

Ta ki o güne kadar.

Ben Kiraz için sadece yaprak değil, daha güzel bir hediye vermek istiyordum ve hayır, bu vermek istediğim hediye, çiçeklerimden bir tane daha değildi.

Ona adı gibi, adımız gibi yeni oluşmaya başlayan kan kırmızı kirazlarımdan hediye etmek istiyordum. O kadar heyecanlıydım ki bu konu hakkında, kirazlarım beklenenden birkaç hafta daha erkenden oluşmaya başlamıştı.

Mutluydum, hem de çok.

Günün her bir anını, Kiraz'ın meyvelerimi gördüğü zaman yüzünde oluşacak ifadeyi hayal ederek geçiriyordum. Fakat o ifadeyi birkaç gün geçse de bir türlü görememiştim.

Kiraz yoktu.

Kaç gün geçmişti, kaç gündür gelmiyordu yanıma bilmiyordum. Kirazlarım, kırmızının en güzel tonuna boyanmıştı fakat onları asıl görmesi gereken Kiraz yoktu. Onları, Kiraz kızım dışında herkes görmüş, tadına bakmıştı ve bu acıyı dallarımın her birinde hissedebiliyordum.

Günler günleri kovalamıştı ve ben kaderim gereği yeniden bir başıma kalmıştım. Eskiden bedenimi kaplayan o mutluluk ve heyecan duygusundan eser kalmamıştı ve hatta, sanki eskiye göre çok daha üzgün hissediyordum kendimi.

Onu çok özlemiştim, sesini, beni sevişini...

Onun için büyüttüğüm, gözüm gibi baktığım meyvelerimden geriye kalan son çürük kiraz da zar zor tutunduğu dalımdan toprağın üzerine düştüğünde, yaşamak için hiçbir nedenim kalmamış gibiydim.

Dallarım üzerindeki yapraklar bana ağırlık yapıyor, onlar da düşüyordu toprağın üzerine süzülerek. Yakın bir zamanda kesilecektim olduğum yerden. Ayrılacaktım tutunduğum topraktan, öldüreceklerdi beni ve ben son bir kez daha Kiraz'ımı göremeyecektim. 

Zamanı gelmişti işte. Dört bir yanımda insanlar, ellerinde tuttukları testere ile etrafımda dönüyor, nasıl öldürüleceğim hakkında konuşuyorlardı. İşittiğim kadarıyla, yirmi bir yaşımdaymışım. Yirmi bir uzun yıl boyunca, insanlara büyük küçük katkım olmuş, görevimi yeterince iyi bir şekilde yerine getirmişim.

Şimdi ise yaşlandığım için ve eskisi gibi canlı olmadığım için gitmem gerekiyormuş.

Bir canlının sonunu getirebilmek...her zaman bu kadar kolay mı olmuştu bu dünyada? Bir kimse, diğer bir kimseyi düşünmez mi olmuştu?

Kendimi düşünmüyordum. Ya Kiraz? O üzülmeyecek miydi ardımdan?

Peki ya geri gelirse, ya geri geldiği zaman onu göremezsem?

Kiraz'ım... Benim Kiraz kızım...

Saat beşi kırk üç geçiyor.

Ölümüm, birazdan gerçekleşmek üzere. Rüzgar, kendini belli ettirmeyecek şekilde esiyor ve ben son defa daha en derinimden hissediyordum kıpırdayan dal ve yapraklarımı.

Görevlinin çalıştırdığı testerenin korkutucu sesi parkın her bir yanında yükselirken, rüzgar şiddetini biraz daha arttırmıştı. Yapraklarım, ardı ardına düşerken yere, gövdemin sağ yanında güçlü bir acı oluşmuştu.

Dallarımda konaklayan serçeler tek tek kaçarken benden, onların acı çığlıklarını işitiyordum. Serçelerim dahi üzülüyordu benim gidişime. Tam o sırada, hem dallarımdan uzaklaşan serçelerimin, hem de parktaki diğer kuşların bağırış seslerine bir ses daha katılmıştı:

"Durun!" Bu tanıdık tatlı ses kaybettiğim gövdemde bir kere daha heyecanı hissedebilmeme neden olmuştu ve bunun üzerine birkaç yaprağım daha kopmuştu benden. "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz!? O benim ağacım!"

Benim güzel Kiraz'ım...

Onu son kez görüşüm olmuştu bu. O güzel gözlerinden aşağı yaşları dökülüyordu ardı ardına ve bana doğru koşuyordu son hızla. Kesilen nefesini, sanki tüm dal ve yapraklarımda ve benden ayrılmakta olan köklerimde hissetmiştim.

Bedenim, tam ortadan kırılmış ve parkın sol tarafa doğru büyük bir gürültüyle düşmüştü. Bütün dünya susmuş, bütün dünya siyaha bürünmüştü benim için.

Canım acımıyordu, içim huzurlu ve mutluydu; hepsi de Kiraz'ım sayesindeydi.

Ah, benim güzel Kiraz'ım...

Meyvelerim, dallarım, yapraklarım, gövdem ve köklerim; her şeyim feda sana.

Beni bu dünyanın en mutlu Kiraz Ağacı eyledin ve beni bu dünyada mutlu ağırladın. 

Benim güzel Kiraz Kızım...

kiraz ve ağacıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin