Her satırında uykusuz gecelerin ve her aşamasında derinden hissedilerek yazılmış hüzün izlerinin yüklü olduğu sürükleyici bir hikâye...
"BOY AYNASI" Tüm seçkin kitapçılarda.
Keyifli okumalar.
Yok çorak toprağın cemreden zerre kuşkusu
Elbet düşecek yüreğe baharın taze muştusuBir yaz mevsiminden artakalan güneş, kavruk yüzlü çocuk gibi, kara bulutlar arasından heyecanla sıyrılıp, serin bir sonbahar sabahına gülümsüyordu. Odaların penceresinden içeriye süzülen hüzmeler günaydın diyordu taş duvarlara, yuvasında uyuyan kuşlara ve insanlara... "Hoş geldin" der gibi yeni bir güne başlamanın telaşı içinde umuda yaslanıp "merhaba" diyordu…
Dallarında ilkbahardan kalma mışıl mışıl uyuyan yapraklar uykularından uyanıyor, rüzgârın serin nefesiyle kaldırım taşlarına savrulup caddeleri süslüyordu âdeta… Sokaklar, sararmış yaprak sesleri arasında geceden kalma ayazı üzerinden atmak istercesine, yavaş yavaş insan seline kapatıyordu parkelerini. Her bir nefes, her bir adım ve her bir ses, bir bayram coşkusu içinde yaşama sevinciyle yeni bir günün başladığının müjdesini veriyordu...
Tam da bu saatlerde çalan alarm sesi ile gözlerini araladı Cemre. Usulca yatağından çıkıp aynanın karşısında kendini süzdü önce. Dağılmış saçlarını parmaklarıyla geriye attı. Elini yüzünü yıkayıp, tekrar o çok sevdiği boy aynasının karşısında buluverdi kendini. Gözlerinin içine bakıp: “Allah kahretmesin, bugün yine çok güzelim be, çok güzelim!" diyerek, yüzünde beliren tatlı gülücüklerle söyleniyordu… Bakışlarındaki sihrin farkında olması şımarıklığına neden olsa da, o bundan oldukça memnundu. Kaşlarının ve kirpiklerinin her bir teline özenle bakıyor ve ardından rimel çektiği badem gözlerini kırpıştırıyordu.
Orta boylarda narin mi narin bir fiziğe sahipti Cemre. Koyu kahverengi kocaman gözleri, beline kadar uzanan kestane kızılı renginde saçları, kumral bir teni vardı. Gülümsediği zaman dünyanın en tatlı insanı olabilirdi. O da kendindeki bu zarafetin ziyadesiyle farkında olmuş olacak ki, belki de çoğu zaman şımarık tavırlar takınması bu yüzdendi… Gözleri zamanının gelmesini sabırsızlıkla beklediği kırmızı ruja takılmıştı: “Seni süs diye almadım. Ama beklemelisin” diyerek toparlanmaya başladı. Eğildi Cemre, tam çantasını alacağı esnada içeriden babası seslendi:
– Kızım! Çabuk ol. Her gün seni beklemekten yoruldum. Acele et hadi!
– Tamam baba ya…
Cemre olabildiğince hızlanarak babasını daha fazla sinirlendirmeden çıktı. Bugünlerde babasına hatırlatacağı çok önemli bir sorunu olduğu için, babasıyla arasını sıkı tutuyordu. Arabaya binip yola çıktılar. Cemre, akıp geçen ve geride kalan çınar ağaçlarından dökülen yapraklarını izlemeye dalmıştı. Düşündü: “Hadi Cemre, başarabilirsin bu kez” dedi kendi kendine. Koltuğa yaslandı ve emniyet kemerinin göğsüne gelen kısmından tutunup destek aldı. Derin derin soluklandıktan sonra:
– Babacığım, daha önce söylediğim fakat bir türlü kabul etmediğin şu mesele var ya...
– Evet kızım, yine ehliyet değil mi?
– Hayır baba, anlamıyorsun işte, konu ehliyet değil. Mesele ehliyetimi geçerli kılabileceğim bir arabamın olmaması.
– Maksudunun olmaması, onun hiçbir biçimde olmayacağı manası taşımaz. Zamanı var kızım. Hayatta her şeyin bir sırası vardır. Unutma!
– Ne zaman baba, ne zaman… Daha ne kadar beklemem gerek senin gözünde büyüdüğümü görebilmem için?
– Çok değil. Sabretmenin ve şükretmenin en büyük zenginlik olduğunu ben söylemeden sen kavrayıncaya kadar... Ama her şeyden mühimi şu ki: Seni defaatle bu hususta reddetmem, senin arkadaşlarının arasında ayrıcalıklı bir kimlik taşımanı istemememden ileri geliyor. Ayrıca sen istediğim olgunluğa eriştiğinde, ben zaten gerekeni fazlasıyla yaparım.
Cemre girdiği beklenti sonucunda gerçekleştirdiği çabalama eyleminin karşılığı olarak yine olumsuz ve ötelendirilmiş bir duygunun kızgınlığına daha fazla dayanamadı ve babasına bütün öfkesiyle bağırmaya başladı:
– Bıktım artık senin züğürt tesellilerinden, hem ne diye gerçek amacını gizlemek için zamanı öne sürüyorsun ki? Koskoca Nihat Durukan'ın kızı olarak bir ayrıcalığım olmayacak. Pekâlâ, sen babalığını hangi evrede göstermeyi düşünüyorsun? Ama yok, sen her şeyini Uğur’a bağladın değil mi? Ne bu Uğur’dan çektiğim benim ya… Annemin karnından beri yakamdan düşmeyen Allah’ın cezası bir kardeş! Bir kere de bildiğini okumasan beni dinlesen ne olur? Neyse baba boşver, sen bütün paranı o çok kıymetli oğluna dök dur!
– Sen neden gereği yokken kendini Uğur’la kıyaslıyorsun ki?
– Komik olma baba. O kim oluyor da ben kendimi onunla bir tutayım?
– O kaderin senin için seçtiği arkadaş. Allah'ın bize lütfu.
Bunun üzerine ukalaca bir kahkaha attı Cemre.
– Hıh Allah'ın lütfu ha! Allah size bunu layık görmüş demek.
Nihat Bey'in aniden frene basmasıyla sarsılan Cemre, az sonra olacakları anlamış olmalı ki, konuşma bir anda bıçakla kesilmişçesine koptu.
Nihat Bey dirseğini cama yaslayıp, diğer eliyle direksiyonu tuttu. Bakışları uzak bir noktaya takıldı. Sanki yolun sonunu görmek istercesine kısıldı gözleri. Her zaman böyleydi Nihat Bey. Ne zaman acının çok ötesine geçilen durumlarla karşılaşsa, beyin bulanıklığını beraberinde getiren rahatsızlıkla, bakışları bir noktaya sabitlenir öyle konuşurdu...
Boğuk ve kırık bir sesle:
– Kızım, anlaşılan o ki sen hayatın zorluklarını görmeden inadından vazgeçmeye niyetli değilsin. Doğrusu bu hata bana ait. Seni paşalar gibi götürüp getirirsem, ayakların yere değmezse olacağı budur. O yüzden yarından hatta bugün akşamdan itibaren eve gidiş-dönüşlerin benimle değil otobüsle olacak. Bak bakalım herkesin arabası var mı, o kadar insan otobüsle nasıl gidip geliyor?
Cemre’nin bu sözler karşısında hiç tepki vermemiş olmasıyla yola devam ettiler. Savrulan çınar yaprakları sokaklarda dağılıyor, insanlar parkalarına sıkıca sarılıp yürümeye çalışıyorlardı. Cemre, bu insanları tek tek izliyor ve kendini onların yerine koyuyordu. Ardından da sesli düşündü: “Keşke Uğur olmasaydı da ben de onlar gibi olsaydım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BOY AYNASI
RomanceDilin hareket özgürlüğünün sekteye uğradığı anda birdenbire tekrar kitabı karıştırmaya başladı. Her cümle içinde barındırdığı mana itibarı ile derin bir okyanusu andırıyordu. Ve her cümlenin sonunda daha da derinlere batıyordu. Kitabı ağır ağır çevi...