İki kahramanın zafer sesi odayı doldurdu.
-Çak bakalım!
Devamında maskeli oğlan ,her zamanki gibi, bir süre hızla oradan uzaklaşan leydisine baktıktan sonra kameralara döndü ve samimi bir gülüş sundu. Gözlerindeki haylaz pırıltılar hala seçiliyordu.
-"Benim de sürem kalmadı. Bu kedinin zıplama zamanı. İyi günler!" dedi ve o da farklı bir yöne doğru hızla ilerledi kırmızılı kahramanı aratmayan hızıyla. Haber spikeri akumalanan kişi ile ilgili son birkaç detay daha paylaşırken ekran karardı.
Mavi saçlı kız elindeki mendile bir süre hissizce baktı ve dudağının kenarını tekrar ve tekrar sildi. Bu kaçıncı izleyişiydi ekrandaki görüntüleri? Yüz? Belki de bin defa olmuştur, dedi içinden. Orada olmayı dilemesi ise milyonlarcaydı ve fazlası. Kendisi gibi sıradan bir kızın elinden ancak bu kadarı gelirdi zaten. Beceriksizliği karakterinde vardı. Okulun ilk günü korkudan bayılmıştı. Her gece dua ederdi; "Tanrım, eğer varsan bana bir gül daha ver ama acıtmasın artık." Ama şunu da biliyordu ki o tebessüm için bin defa daha izleyebilirdi aynı kayıdı. Buna karşın vakti kalmamıştı bin defa daha izlemeye yetecek.
Sandalyesinden kalktı ve aynanın karşısına geçti. Kollarının gözükmeyen birkaç noktasında morluklar vardı. Gözleri soğuk ve boş bakıyordu. Belki biraz da endişe vardı mavilerinde. Kalbine yakın olanı koruyamamaktan korkuyordu. Ya çiçeği kurursa diye ölüyordu. Birkaç kez gergince yutkunsa da kendine geldi. Okula geç kalmak istemiyordu bu yüzden üzerini hızla düzeltti ve çantasını omzuna asarak odasından ayrıldı. Annesinin sesini mutfaktan duymasıyla hissiz yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi ve mutfağa geçti. Zaten bu gülümsemeler değil miydi annesinden gizleyebiliyor olmasının tek nedeni.
-"Erken kalkabilmene sevindim senin en sevdiğin poğaçalardan yaptım!" diye cıvıldayan annesi olmasa ne yapardı bilmiyordu.
-"Gerçekten mi! Tanrım, öylesine güzel kokuyor ki!" dedi ve annesine poğaçaları paketlemede yardım ettikten sonra kabı çantasına özenle yerleştirdi. Sonrasında ona veda ederek okul yoluna doğru yürümeye başladı. İçinden kahranmanını bir kez dahi olsa canlı görebilmek için dua ediyordu. O, genç kızın hem en acı laneti hem de en parlak çiçeğiydi.
Okul her zamanki gibi monoton bir şekilde akarken genç kız hissettiğinin aksine etrafa neşe saçıyor ve dikkatleri üzerine topluyordu. Asla sönmeyecek bir ateş- Hayır, bu yeterli olmazdı onu tanımlamaya... Güneş... Evet, güneş gibi parlıyordu genç kız ve bunun iliklerine kadar farkında olan biri vardı. Zümrüt gözleri ve altın saçlarıyla adeta bir mücevher kutusunu andıran biri; Adrien Agreste.
Okyanus gözlerinde boğuluyordu genç kızın ve yine o masmavi gözlerinde kalbi bulut olup yükseliyordu. Ama bunu gizli tutuyor, asla göstermiyordu. Evet, o bir modeldi ve zengindi ki bunlar ,bunu varsaymak özgüven ya da kibir fark etmez, onu diğerlerinden bir adım öne taşıyordu ama bu sadece dışarıdan görüntüsüydü. Oysa derinlerde her bir zerresi paramparçaydı. Her bir kırığıyla gelen ışıkla parlıyor, göz kamaştırıyordu. Babasının bulabileceği belki de en değerli mücevherdi. Paramparçaydı ve kendi kesiklerinden oluşan kan göletinde uzanırken güneşini izliyordu.
Birbirini arayan iki kalpti onlarınki. Yolları bitmeyecek iki kalp.
Belki de Adrien onu biraz daha izleyebilirdi ancak çalan zille umutsuzca çantasını topladı ve onu bekleyen gardiyanına yani korumasına gitti. Arabada ilerlerken aklında hala bir çift mavi göz vardı. Aniden gelen frenle sarsıldı. Etrafına panikle baktı, bir akuma saldırısı mı oluyordu?! Hızla telefonuna baktı ve Alya'nın bloğuna göz attı. Biliyordu ki bu olay onun gözünden kaçmazdı. Ve yanılmadı da altın çocuk. Cidden bir akuma saldırısı vardı ve her ne ise yolu kapatacak kadar devasa bir enkazı arkasında bırakmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Roses In My Chest - oneshot
Fanfiction"Yeşil gözlü oğlan onun göğsündeki dikenli ve parlak bir çiçekti."