Derin bir nefes al, arkana bakma. Başka şeyler düşün Anthousa, bambaşka şeyler. Yakında bütün acıların bitecek ve korkma, ölmek acı vermeyecek sana.
Bunu içimden tekrar etmek kolay gibi geliyordu ancak bunları söyleyerek teskin etmeye çalıştığım kişi yine kendimden başkası değildi. Ben bir korkaktım, hayatım boyunca etrafı yüksek duvarlarla ve zırhlı askerlerle korunmuş koca bir kalenin en ücra köşesinde, çağıran herkesin yardımına koştuğum bir hizmetçi olduğum o günleri deli gibi özlüyorum şimdi.
Daha sadece birkaç saat önce oradaydım, bana omuzlarımda bir yük gibi taşıdığım bu süslü ve değerli kıyafetler giydirilmeden önce son kez baktığım odam gözlerimin önündeydi. Oda dediğime de bakmayın, toprak zemine serilen küçük bir örtü, eskiyen ya da küçülen kıyafetlerimden kestiğim paçavralarla içini doldurduğum soluk renkli bir yastık ve odanın karşı duvarında bulunan eski bir yağdanlıktan başka hiçbir şey olmayan ama kendimi güvende hissettiğim tek yer olan o küçücük taş duvarlı oda benim için her şeydi.
Şimdiyse bir prensesin hayatı uğruna ona çok benzeyen ben, vahşi bir prensin sofrasına sürülmüş ve ölmeyi beklemeye koyulmuştum.
Geminin kıç tarafından güverte tarafına doğru hızlanan adım seslerini, koşuşturmaca ve bağırtıları duydukça ürperiyor, prensin beraberinde getirdiği korsanların çektiği kılıç seslerini, yaralanan insanların çığlıklarını duyuyor ve kendi sonumun nasıl biteceğini kestirmeye çalışıyordum.
Beni geminin altında bulunan, mürettebata ait küçük bölüme gizleseler de bunun sonu yoktu, bana zaten öleceğim söylenmişti ve beni bulmaları fazla zaman almayacaktı.
Ve dediğim de olmuştu.
Karanlığa zar zor alışan gözlerim aniden açılan kapak yüzünden kamaşmış, elimi yüzüme siper etmeme sebep olmuştu. Sesler azalsa da devam ediyordu, henüz hiçbir şey bitmemişti ancak aşağıya inmekte olan ayak seslerini duyabiliyordum.
Belinde parlayan kamasıyla uzun boylu, parmaklarından yüzükler taşan siyah gömlekli bir adamın indiğini ve etrafını dikkatlice izlediğini görmüştüm, arkasında durduğum sütun beni korumayacaktı. Gözleri keskin, kısık bakışlarla beni bulmayı umarak dolaşırken terli ellerimi üzerime silerek, "Buradayım," dedim. "Beni boşuna arama."
Adamın yüzünü göremiyordum, güneş şimdi tamamen gözlerimin içindeydi ancak beline dökülen saçlarına özenle yerleştirilen küçük boncukların renklerini rahatlıkla söyleyebilirdim, güneş içlerinden geçiyordu sanki.
Adam bir adım daha yaklaştı, bu hareketi beklemiyormuş gibiydi. Elini havaya kaldırıp beraberinde gelenlerden bir kişiyi durdurdu, uzun boyu güneşi kestiğinde gördüm yüzünü.
Keskin hatlarla kıvrılan çenesini, öfkeyle kasılan dudaklarını, siyaha boyanmış, sürmeli gözlerini ve o uzun kirpiklerini. Diğer elinde tuttuğu kılıcının kanlı ucunu başımdaki başlığın içinden geçirip geriye doğru iterken dişlerinin arasından ismimi fısıldadı.
"Tanıştığımıza memnun oldum, Prenses Anthousa."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
anthousa | zayn
Fanfiction"Bir zamanlar bilge bir kahin, Pers İmparatoru'na şu sözleri söyler; Doğacak iki oğlundan birini seçmek zorundasın ancak seçimini bilgece yap ki, ölümün merhametli olsun." "Ve bir başka kahin, bir başka ülkede şunları söyledi; "Doğacak çocuklarınız...