Adımı biliyor.
Oysa ki planda olan kişi Prenses Irene'di, ben değildim.
Ancak o Anthousa demişti, adımı söylerken, aptalca bir hata yapıyormuş gibi görünmüyordu.
Demek ki yaptığımız her şeyin farkındaydı, hepsini biliyordu bütün planı biliyordu.
Tanrılar bana ölümün merhametlesini verecek kadar bile cömert değillerdi anlaşılan.
İçinde korkuyla beklediğim geminin altından güvertesine zorla çıkartılarak bir grup korsanın yer aldığı, bulunduğum geminin en az iki katı kadar büyük bir diğer gemiye yönlendirilirken neler olduğunu sorguluyordum, bacaklarım hissizleşmişti ve beni taşıyabileceklerini sanmıyordum. Ayağımın altında iki gemi arasındaki yolculuğu ulaşılabilir hale getiren eski ve solgun, biraz da kalın tahta parçasından başka hiçbir şey yoktu ve ben tahta parçasının kenarlarından görünen koyu mavi, yer yer de akan kandan kızarmış suya bakarken geçip geçmeme konusunda tereddüt ediyordum.
Atlarsam, ölüm daha az acıtacaktı çünkü diğer tarafta beni kılıçlar ve de bıçaklar bekliyordu.
"Aklından bile geçirme."
Belimin orta yerine dayanan kılıcın ucu bütün düşüncelerimi darmadağın etmişti, bana zorla birkaç adım attıracak gibi görünse de ben direnmek istiyordum.
"Benden ne istiyorsunuz?"
"Bunun cevabını verecek olan ben değilim, Prenses."
"Ben Prenses değilim!"
Kılıcın ucu biraz daha kendini belli ederken, "Ben de sabrımı zorluyorum." diye karşılık verdi.
Ancak bugünü benim için daha da karmaşık hale getirecek en önemli şeyi henüz görmemiştim.
Bağlı olan ellerimi birbirlerine kenetleyerek başımı kaldırdığımda gördüğüm manzara karşısında dilim bir kez daha tutulmuştu, yaşayacak mıydım yoksa ölüyor muydum, kestiremiyordum.
Dümenin bir ucunda duran ve süslü kıyafetlerinden arınmış, yüzündeki gülümsemeyle beni izleyen adam Yunan ordularının komutanı ve de kardeşim olan Achilles'ten başkası değildi.
Kılıcıyla beni dürtüp duran korsan yüzünden sonunda karşıya geçmeyi başarmış ve diğer korkunç yüzlerin arasına katılmışken Achilles aceleyle önündeki birkaç basamağı indi ve bir çırpıda yanımda belirerek başımdaki kumaşı, sanki çok gizli bir şeye bakıyormuş gibi kaldırarak gözlerime baktı.
"Gerçekten sensin, bir an için Kralın bunu anlayacağını düşünmüştüm."
Beni kollarının arasına alıp yanaklarıma öpücükler kondururken, korkudan kilitlenmiş dilim çözülmüş ve beraberinde pek çok göz yaşını getirmişti. Ayakta duramıyordum, Achilles'e yaslanarak ellerimi çözmesini beklerken göz yaşlarım yanaklarımı ıslatıyordu.
"Gidelim!"
Duyduğum ses üzerine başımı kaldırıp geminin dümenine baktım, az önce kılıcıyla beni tehdit eden adam dümenin başına geçmiş, yanındaki birkaç kişiye emirler yağdırıyordu. Hala titremekte olan ellerimi ve bedenimi Achilles'e yaslamayı sürdürerek, "Neler oluyor?" diye sordum.
"Sadece seni korumaya çalışıyorum."
Bitkin bir halde ayaklarının önüne yığılıp kalmıştım, hemen yanıbaşıma diz çökerek bileklerimdeki bağı çözmeye, beni kendime getirmeye çalışıyordu.
"Korkma," dedi. "Ben yanındayım."
"Neler olduğunu anlatacak mısınız artık?"
Bağlardan kurtulan ellerimi ovuşturarak bir cevap beklediğimi gösterircesine gözlerine baktığım adam, saklamak istediği bir şey varmış gibi dudaklarını kemirdi.
"Bunu sana sonra anlatacağım, şimdi dinlen. Önce bu topraklardan uzaklaşmamız gerekiyor."
Anlamsız cümlelerini teker teker sıralarken dudaklarımı ıslatarak, "Kimden kaçıyoruz?" diye sorduğumda bana sessiz bir cevap sundu.
"Kraldan kaçıyoruz."
Ağzım hayretle aralanırken hızlanan kalp atışlarım kulaklarımda yankılanmaya başlamıştı. Yanlış bir şey mi yapmıştım?
"Kral bir hizmetçiden ne isteyebilir?"
Achilles başını hafifçe kaldırarak kaptana, o uzun saçlı adama baktı ve sessizce konuştu.
"Sen sadece bir hizmetçi değilsin." dedi. "Bir kehanet taşıyıcısısın."
"Kehanet mi?"
Oysa ki onların yüzyıllar öncesinde bitmiş olması gerekiyordu. Artık kehanetler yoktu, savaşlar kazanılmıştı, insanlar mutluydu. Herkes hatta ünlü Delphi kahini Pythia bile söylemişti. Dünya huzura kavuşmuştu.
Ben neden ve nasıl bir kehanet taşıyıcısı olabilirdim?
"Kimse Prenses Irene'nin peşinde falan değildi Anthousa, Kral senin kehanetini biliyor. Bu yüzden seni öldürtmek istedi."
Söyledikleri hiçbir şekilde mantıklı gelmiyordu, parçalar öyle fazla ve öyle bağımsızdı ki birleştirmek imkansızdı. Achilles anlamamı umarak gözlerimin içine bakıyordu; bense beynimin içindeki binlerce düşünceyi susturmaya çalışarak idrak etmek için çabalıyordum ancak hiçbir manası yoktu.
Kehanet taşıyıcısı olsam bile onların hiçbir belirtisine sahip değildim. Bedenimde hiçbir işaret yoktu. Bunu ona anlatmaya çalışırken benden önce davranarak konuştu.
"Her taşıyıcının bir işareti vardır." dedi sanki ona itiraz etmişim gibi. Yakaladığı kolumun üzerindeki kumaşı geriye doğru sıyırarak bileğimin üzerindeki yanık izini gösterdi.
"Eğer kendi gözlerimle görmeseydim asla inanmazdım Anthousa. Ama biliyorum."
Bileğimin üzerindeki yanık izini hafifçe okşayarak konuştu.
"Bunu sana yapan annendi. Kehanetten haberi vardı ve seni korumak istemişti. Sen henüz bir bebektin, tatlım."
"Yalan söylüyorsun." Avucundaki elimi kendime çekerek başımı hızla iki yana salladım. "Sana inanmıyorum."
"Biliyorum." dedi sakin kalmaya çalışarak. "Ama zamanla her şeyi anlayacaksın."
Korku içime ağır ağır işlemeye başlamıştı, çevremdeki insanlar, daha doğrusu korsanlar anlamsız gözlerle beni seyrediyordu. Onlar bile bunun anlamsız bir çaba olduğunun farkındaydı, bakışlarından pek çok şeyi okuyabiliyordum. Keyifleri kaçmıştı, bu barizdi.
Bir de kaptan vardı tabii, gözlerini sonsuz bir öfkeyle ileriye, ufka dikmiş sadece gemiyi kontrol ediyordu. Kimdi, neydi bilmiyordum ama içime korku saldığı kesindi.
Ben kimse değildim, bugüne dek sadece prens ve prenseslerin hizmetkârlığını üstlenen sıradan biriydim. Neden koskoca bir kral peşimde olmak istesindi ki? Her şey çok anlamsız geliyordu. En az bileğimdeki yanık izi kadar.
Achilles'e ve uydurduğu hikayeye inanmak istemiyordum, bir şeyler doğru gelmiyordu.
Ancak içimde henüz filizlenmeye başlayan korku ve beraberinde getirdiği düşünceler derin ve ulaşılmazdı. Tıpkı o adamın gözleri gibi.
Başımın üzerinden hızla geçip giden bir şey yüzünden küçük çaplı bir korku yaşadım, bu şey o kadar da küçük değildi aslında.
Kanatlarını açtığında devasa görünen bir kartal havada süzülüp çığlıklar eşliğinde doğrudan kaptanın yanına uçtu ve onun omzuna kondu. Görünüşe göre o ikisinin arasında farklı bir bağ vardı.
Ve o derin, öfke dolu bakışların kimseye anlatmadığı farklı bir hikayesi.
Bir sonraki bölümde Zayn'in yaşadıklarından biraz bahsedeceğiz bu şekilde tanıtım gibi oldu. Okurken kafanız karışmasın diye öncesinden uyarıyorum ❤
Beğenmeniz dileği ile
Faith
ŞİMDİ OKUDUĞUN
anthousa | zayn
Fanfiction"Bir zamanlar bilge bir kahin, Pers İmparatoru'na şu sözleri söyler; Doğacak iki oğlundan birini seçmek zorundasın ancak seçimini bilgece yap ki, ölümün merhametli olsun." "Ve bir başka kahin, bir başka ülkede şunları söyledi; "Doğacak çocuklarınız...