Bu kitapta sizinle birazcık geçmişlere yolculuk etmek istedim. Bolca yorum yaparsanır beni mutlu edersiniz. Şimdiden teşekkür ederim. Beğenmeniz umuduyla. Seviliyorsunuz.
Başladığınız tarihi buraya yazabilirsiniz.🦋
1866, 19 kasım.
Kucağımdaki kutuyu daha sıkıca göğsüme bastırdım ve hızlanmaya başladım. Umarım dökülmezlerdi, aksi taktirde şu an fare gibi insanları izleyen hırsız çocuklar benden hızlı davranıb hepsini alacaktılar. Şu da vardi ki, her zaman benim yerimde oturan nineyle kavga etmek istemiyordum. Benden bile geçmişti bu kez babamın hatrına kavga etmek istemiyordum. Ama o da kendine göre olsa yani. Hep göz yum artık nereye kadar. Benden 120 yaş büyük diye omzumda taşıyacak değilim herhalde.
Son kez sokak döndükten sonra aklıma gelen şeyle kafama vurmak istedim ama malum sebeplerden ellerim meşguldu. Yine ve yine kitabımı evde unutmuştum. Bu gidişle ömrümün sonuna kadar teyzelerle aynı mekanda küçük küçük ve anlamsız şekilde çoğu kişinin aldığı, salak el işi şeyler satmakla meşgul olacaktım. Bunu istemiyorum tabi ki. Biliyorum hayat harika. Evet o kadar da lüks bir yaşam tarzım yoktu ama böyle düşünürsem böyle olur tarzı şeyler olur hep kafamda.
Nerdeyse ağzıma giren saçlarımı kafımı boğa gibi devirerek yana ittim fakat çok ta uzun sürmemişti yeniden dökülmeleri. Yoluma biraz daha vardı. Yani dünyanın bir başımdan diğerine gitmek o kadar da kısa bir sürede olamazdı. En azından açlıktan ölmemek için bacaklarımın ağrısına katlanmalıydım.
Yanından hızla geçtiğim bir midilliyi gördüğümde istemsizce aklıma Elisa gelmişti. Onu çok özledim. Hatta kısa bir sürede nasıl olduğunu kontrol etmeliydim. Hiç olmazsa o beni hayal dünyamla baş başa kalacağım yerlere götüre biliyordu.
"İsabel, nasılsın?" Kafam, benden izinsiz adımı sesleyen kişiye döndüğünde duvara çarpmıştım. E tabi, kafa başka yere, vücut başka yere giderse böyle olur. Kendime değil de kucağımdan dökülen el işlemelerime acımıştım. Clair de tam beni sesleyecek vakit bulmuştu! Hızlıca yerdekileri topladım ve yenide koşuya başladım. Uzun süren adrenalinin sonunda kendimi pazarda bulmuştum.
Sonunda(!)
Clair'e nasıl olsa sonra hesap soracaktım. Neyin hesabını soracaktım henüz bilmiyorum, her neyse bunu sonra konuşuruz tamam mı? Küçük masamın üzerini kutudakiları döktüm ve derin bir nefes verdim. O kadar çok nefes vermiştim ki, koşarken nefesimi tutup tutmadığım hakkında düşünmeden edemiyordum hatta.
"Bu kaç para, kızım?"
Şaşırmadım değil. İlk kez bu kadar çabuk bir müşteri geliyordu. Bu gün şanslı günümdeyim demek istiyorum ama, sanırım az önce duvarı boylamamın acısı şimdi ağrımaya başlıyordu.
"65 su, efendim."
Koşmaktan çok yorulmuştum. Şu anda yapmak istediğim tek şey her zamanki gibi çimenlerin üzerinde, çıplak ayaklarla dolaşmaktı. Ama şu şartlarda ne mümkün.
Bu dönemlerde Fransada durum o kadar da iyi değildi. Babam bir çiftlikte çalışıyor, annemse çiftliyin sahibinin aşçısıydı. Aslında babamın çiftlikte çalışması bana göre de çok iyi olmuştu. Geceler boş zamanlarım hep oraya gidip kitap okurdum. En azından böyle halde dinleniyordum. Yani dinlendiğimi düşünüyorum.
Bu gün galiba hiç kimse bana bulaşmayacaktı. Her gün mal insanlar yüzünde kavga etmek istemiyordum. Ama nerdee... Aniden bir bıyıklı adam kolumdan tutup beni kaldırdı ve yapa bildiyi kadar yüzüne iğrenç bir görüntü geçirdi. Tamam, anladık, korkunçsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Isabelle || KTH
FanfictionGerçekleri kaldıramayacak kadar keçmişinden korkan bir kız ve geleceğiyle oynanılmasından sıkılmış bir erkek. Hayat acımıştı onlara sanki. Bir birlerine ihtiyaç duydukları zaman ortya çıkmışlardı. Haberleri yoktu kaderlerinin onlara kurduğu pilandan...