Derdim buydu, buradaydı, kanlı canlı karşımdaydı. Ulaşabildiğine boşluk, kafasını gösterip geri çekilmiş bir ton mutluluk ve bunun etkisiyle boğazıma düğümlenmiş tüm o sevinç çığlıkları derdim olmuştu. Bıraksalardı derdimi anlatırdım. Derdim, hayallerimi toplayıp bir çocuğun eline bırakışımdı, ellerinden kayıp gitmesin diye başında dikilişimdi. Düş kırıklıklarımı inceleyecek olsak altından bacak kadar boyuyla kocaman gülümseyen bir çocuk çıkardı. Kendime değildi kızgınlığım yıpranmaya alışıktım o yüzden dedim ki acımı da, sancımı da, ağrımı da bana bırakın. Müstehâk sana diyenler oldu, masalara vurarak tempo tutarlardı, müstehâk sana! Sonra önüme bir çocuk çıkardı, dimdik durur elimden tutardı, tüm o kalabalığın önünde bana güçlü olmam gerektiğini fısıldardı. Düş kırıklıklarımın nedeni olan çocukla el ele tutuşur yerden göğe düşüşümü kutlardık, gök bile elimi sıkar tebrik ederdi. En azından centilmen oynadın derdi, üstüne eklerdi, en azından nefes alıyorsun. Tüm bunlar komik bir şaka
olmalıydı çünkü gök bana nefes alıyorsun derken muzip bir ifade takınmıştı.Bir çocuk vardı, simâsını hatırlayamadığım ama ellerinin sıcaklığını nerede hissetsem tanıyacağım. O çocuğu aradım yıllarca, kendimi aradım.
Kim Jongin, o küçük çocuk sen miydin?