Belle and Sebastian
I Want The World To StopDedim "Oha lan nasıl yapacaksın bu işi?" kaldırdı kafasını baktı yüzüme ama 'o işi bana bırak' kafa sallayışına zerre güvenmiyordum çünkü tanıyordum Park Chanyeol'u. Ben pezevenk çekerdim ve adamın mental aurası ben safkan bir şerefsizim diye bağırıyordu.
Ulusal mekanımız gyo'da toplandığımız bir gün grubun zikirmatiği, Rahibe Teressa'sı Baekhyun, Chanyeol'u köşeye sıkıştırıp ağzını yaya yaya 'senin miden nasıl kaldırıyor lan kadar şerefsizliğe' diye sormuştu. Aldığı cevap "Bizim yolumuz çamurdan oğlum, bu devirde iyi olmucan hatta var ya sende benimle takıl, belki bi' kaç bi şey kaparsın." olmuş, o gün bugündür bu adamın açık sözlülüğüne imrenir olmuştum.
Kafenin içinde bunlar yaşanırken girişinde ise olmasını beklemediğim, hiç istemediğim, görmeye tahammül bile edemediğim kişiyi, Kim Jongin'i farkettiğim zaman kaşlarım o denli çatılmıştı ki karşımda usul usul oturan Chanyeol bile arkasına dönerek merakını gidermişti. Masamıza nedense soğuk olarak servis edilen damla sakızlı kahveyi ellerimin arasından dudaklarıma sinirle yöneltmiş, hoşnutsuz bir ifade ve ağzımdan dökülen homurtular eşliğinde aynı sinirle tekrar masaya koymuştum.
"Bu kahveleri kim yapıyor oğlum? Kim yapıyor bu antin kuntin işleri, kimin başının altından çıkıyor? Bu nasıl bir zihniyet soğuk kahve nedir kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz. Çin kalkar dünyayı inleten uzaktan ameliyat teknolojisini açıklar, kanatlı drone'ların seri üretimine hazırlanır, İran bile uzaya çıkabiliyor ama biz anca damla sakızlı soğuk kahveyi yayalım tüm Güney Kore halkına sanki çok ihtiyaç duyulan bir şeymiş gibi. Nasıl bir devire nasıl bir çağa düştüm ben Allah'ım!"
"Hiçbir şey memnun etmeyecek seni değil mi?"
Az önce ayaklanan hatta koşar adımlarla ilerleyen iç sesimi; yeni dünya düzenine, yaklaşan uzay-robot çağına, Kore halkına ve masada hâlen duran damla sakızlı soğuk kahveme sövdüğü için takdir ettim. Plaket takacak halim yoktu çünkü iç sesim bile benle çıkar ilişkisine girecekse terk etsindi burayı, yüzümü bile görmesindi, mümkünse kapıyı açık bırakıp gitsindi çünkü cereyan yapıyordu. İç sesimle beni birbirimize düşüren kişiye, kavruk ten Kim Jongin'e döndüğümde bulunduğumuz masaya bir adım kala durup kollarını bağlamış her zamanki küçümseyici sırıtışını takınmıştı.
"Biraz düşünmem gerek. Lütfen sende o sırada şöyle on-on beş kilometre öteye gider misin? Aynı mekanda bulunuşumuz, suratını bu kadar yakından görüşüm bile beynimi pelte ediyor. Gerçekten. Salaklık bulaşıcıdır, git öte tarafa."
"Beynini gerçekten pelte edecek daha iyi bir yerim var Oh Sehun."
"Didişmeniz bittiyse asıl konuya dönelim beyler."
Bilişim suçları müdürü Park Chanyeol konuştuğunda yanık ten Jongin'e cevap verememiş, yüzüne ağzım açık kaşlarım çatık bakakalmıştım. Masada ki boş sandalyeyi çekerek yanımıza kurulduğunda onu gözlerimle yeme aktivitesini başka bir zamana, başka bir yere kaldırarak odak noktamı değiştirip Chanyeol'un diyeceklerini odaklandım. Nihayet konuştuğunda zihnimin bir ucunu başka bir ucuna bağlayıp beynimi çayırlığa salacağı aklımın ucundan bile geçmemişti.
"Birkaç gün önce şu malum sitede milyarder olduğunu iddia eden bir adamla tanıştım. İlkin inanmadım, inanmak istemedim. Ama adamın hesabını hacklediğimde ve ev adresi Wu mâlikanesini gösterdiğinde kafama bir şey dank etti. Biz bunca zaman orta hâlli azgın dayıları bir kaç yüz bin won için dolandırmıştık. Büyük işler yapmak, milyonlar kazanmak varken neden mahalle kahvesine gidip iki okey atıp çay içen adamı dolandıralım ki?"