1. Bölüm

194 2 0
                                    

Korkunç bir gök gürültüsü, kafeteryanın uğultusunu bastırdı. Hatta bazıları konuşmalarına ara verip başlarını dışarıya çevirdi. Bert Kafe'nin çevresi çok işlekti. Arabaların ve çevredeki dükkânların ışıkları ile yeterince de aydınlıktı. O aydınlık sayesinde dışarıda koşuşturan ve bir yerlere gizlenmeye çalışan insanlar, rahatlıkla görülüyordu. Gök gürültüsünün ardından, bazıları bu manzarayı bir an izledikten sonra yine konuşmalarına devam ettiler. Dışarısının yağmurlu ve soğuk havasının aksine, içerisi sıcak ve kuruydu. Sigara içilmediği için temiz bir havası vardı. İlerideki ocakta pişen yemeklerin kokusu, sağlıklı havalandırma sayesinde çevreye dağılmıyordu.

Karanlık köşelerden birisinde, genç bir adam, elinde telefonu, düşünceli bir şekilde duruyordu. Gözleri telefonundaydı. Koyu mavi gözleri dalgındı. Belli ki birisini arayıp aramama konusunda kararsızdı. Islak saçları az önce dışarıdan geldiğini ve bir miktar yağmur yediğini gösteriyordu. Eliyle rastgele güzel saçlarını sıvazlamıştı ve koyu saçları, üzerindeki yağmur ıslaklığı ile daha da koyu duruyordu. Neredeyse gece kadar siyahtı.

"Ara hadi..." dedi kalın bir erkek sesi. Başını çevirdi. Yanında uzun boylu, kumral bir adam duruyordu. Adamın gülümseyen yüzü, elinde telefonunu kararsızca tutan bu esmer genç adamı tanıdığını gösteriyordu. Oturan adam, dudağını kıvırdı hafifçe.

"Merhaba Suat..." dedi sıkıntıyla. Anlaşılan onun, ayaktaki arkadaşı gibi gülümsemeye hiç niyeti yoktu. Sert yüzü durgundu.

"Beş dakikadır sana bakıyorum. Kimi arayacaksın? Sevgilini mi?" Oturan esmer adam olumsuzca başını salladı. Yandan ayrılmış dalgalı saçları, bakımlıydı. Hafif uzun ve gürdü.

"Hayır..." dedi yavaşça. Kıskanılacak kadar, erkeksi ve güzel bir sesi vardı. Çatık kaşlarla hâlâ telefonuna bakıyordu. "Otursana!" dedi dişlerinin arasından.

Suat dediği kişi usulca karşısındaki sandalyeye yerleşti. Alay edercesine genç adamın yüzüne bakıyordu. Gülümseyen yüzündeki sevimli kahverengi gözleriyle, karşısındaki esmer suratı süzdü bir an.

"Hadi... Niye böyle canın sıkkın? Söyle bana? Ne oldu? Yoksa bir kızı hamile falan mı bıraktın?"

"Saçmalama Suat! O kadar aptal olmadığımı bilirsin! Böyle şakalar yapma!?"

"Eee?" diye uzatarak sordu arkadaşı. "Ne var o zaman?"

Genç adam telefonu masaya geri bıraktı. Koyu mavi, laciverte yakın renkteki gözleri, kısılmıştı.

"Sorun annem! Haftaya onun yaş günü..."

"Ne var ki bunda?"

"Dünden beri neredeyse saat başı arıyor. Bugün hiç açmadım."

"Aç konuş!.."

"Her zaman ki gibi vıdı vıdı edecek. Geçen hafta telefonda biraz tartıştık. O günden beri ben aramıyorum. Fakat annem, inatla her gün arıyor. Bu gece ruhum zaten sıkılıyor. Bir de onun dırdırını

dinleyemem!.."

"Saçmalama Yavuz! O senin annen! Arayacaksın tabii!

Açmadığın için merak etmiştir şimdi."

Genç adam omuz silkti. "Belki sonra! Ben onun derdini biliyorum."

Suat onun yüzündeki ifadeye güldü. Bu adamı ilkokuldan beri tanırdı. Küçüklükleri Akçay'da beraber geçmişti. Onun huyunu suyunu iyi bilirdi. Canının ne zaman sıkıntıda olduğunu anlardı. Bu gün hakikaten huzursuzdu.

"Annenden korktuğuna inanamıyorum!.." dedi alayla.

"Senin hiçbir şeyden korkmadığını sanırdım?"

AnlaşmaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin