1/ fallen sin

36 3 0
                                    





"Tepemizdeki rüzgar niye bu kadar deli sanıyorsun,
başka yerde böyle mi?
Kokumuzu dağıtmak için. Çürüyoruz burada, tıkılmış kalmışız."



Yıl 1924.

Yavaştan grileşen gökyüzünü kara bulutlar sarmalamaya başlamıştı. Çevremdeki insanlar yine yağmur indireceği hakkında söylenip duruyor, tarladakiler ise hızlıca ekinleri toplamaya çalışıyorlardı. Dükkanları kapatmaya hazırlananlar, dışarıda kalan malları içeriye taşıyor ve dere kenarındaki çimlerde oturan kabarık beyaz elbiseli birkaç kadın, koşuşturan çocuklarını eve girmeleri için tembihliyordu.

Donuk bakışlarım etrafta turlamaya devam ederken, evinin yanındaki tarlasından arpalarını toplamaya çalışan Larry amcayı gördüm. Eskimiş ve bazı yerleri yırtılmış olan pantolonu, toz toprak içinde renk değiştirmişti. Alnına düşen hasır şapkasını elinin tersiyle geriye doğru iteledi ve pantolonunda biriken toprakları çırptı aceleyle. Toplayıp bir kenara bıraktığı arpaları kollarının arasına alıp benden tarafa döndüğünde, dudaklarının arasına sigara sıkıştırmış olduğunu gördüm. Bu mesafeden bile gözlerinin kan çanağına döndüğünü görebiliyordum. Yaşlıydı, yaşlanıyordu. Sırtındaki kambur bu uzun yaşamında edindiği tecrübeleri haykırıyormuş gibi kendini gösteriyordu. Eğri çitlerin yanına koyduğu küfeye doğru ilerledi ve kolları arasındaki arpaları içine koyduktan sonra, küfenin saplarından tutarak sırtına geçirdi. Küfenin ağırlığından dolayı yüzünü buruşturmuştu. Bir an gidip yardım etmeyi düşünsem de, daha sonra bu fikirden vazgeçtim. Saçağın altında durup öylece onu izlediğimi fark ettiğinde kalın kaşları çatıldı. Bu zaten asık olan yüzüne daha da karamsar bir hava vermişti.

"Kıçını kaldır, Diogo." dedi duymam için çatallı sesini yükselterek. "Yağmur bastırmak üzere." Onu başımla onayladığımı gördükten sonra, bakışlarını benden çekti ve eğri çitin yıpranmış kapısını açtıktan sonra, ahşap eve doğru ilerlemeye başladı. Saçağın altından çıktım ve arnavut taşlarıyla döşenmiş kaldırımda, ayaklarımı sürterek yürümeye başladım. Ayakkabımın çıkardığı sesleri dinlerken çiseleyen yağmurun tenimde ince bir yol aldığını hissettiğimde, adımlarımı hızlandırdım.

Diogo.

Bana zorla dayatılan bu isim; sahtekarlık, düzenbazlık anlamını taşırdı. Yaşanılan olaylardan ötürü böyle anılmaya başlamıştım.

Dört kişilik çekirdek bir aileydik. Mutluyduk, haliyle sükunetimiz de yerindeydi. Akşamları minik masamızda yemeğimizi yedikten sonra, büyük olmasa da içimizi ısıtan şöminenin başına geçer, günümüzün nasıl geçtiğinden bahseder ve muhabbet edip annemin yaptığı o leziz tatlılardan yerdik. İstediğim her şeyi -her şey olmasa bile- ellerinden geldiğince bana almaya çalışır ve diğer çocukların yanında başımı eğdirmezlerdi.

21 Kasım gecesi.

Penceremize karlar yağmıştı, her zamanki gibi şöminemizin önünde oturuyorduk. Birden bir gürültü koptu dışarıdan. Silah sesini andırıyordu, ama buralarda kimsede silah bulunmazdı. Herkes, herkesi tanır ve hırsızlık gibi durumlar da söz konusu olmazdı hiç. Babam huzursuzca yerinden kalktı, kaşlarının çatıldığını gördüğümde bir şeylerin yolunda olmadığını anlamıştım. Sertçe yutkunduğunda hareket eden adem elmasını gördüm. Perdeyi hafifçe aralayıp camdan dışarıya baktı ve görmememiz için hızlıca geri kapattı. "Sikeyim."

Bir, iki, üç, dört.

Ablamın sıcaklığını elimin üzerinde hissetmiştim. Gözleriyle korkmamam gerektiğini anlatmaya çalışıyordu, ama kendisi titreyen göz bebekleriyle benden daha aciz görünüyordu.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 01, 2021 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

a tragedy of haran, jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin