2️⃣ two: I'll take care of it
~
"Bana çıldırmamam için bir neden söyle!" Sol bacağımı deli gibi sarsıyordum. Gergin olduğum zamanlarda buna engel olamazdım. "Benim için henüz çok yeni olan bir şehre alışmaya çalışıyorum. Fakat evren aksini kanıtlamak için elinden geleni yapıyor."
"Pekala V, sakin ol. Bir çaresine bakacağız." Ellerimi öne kaldırdım.
"Hayır, Calum. O aptal sarışın, egosu kadar geniş arabasının içinde radyosundan yükselen kaliteli şarkılara eşlik ederken muhtemelen torpidosuna fırlattığı ve yüzlerce dolarla dolu cüzd-"
"Tanrı aşkına Violet!" Bağırdığının farkına sonradan vararak boğazını temizledi. Calum'ın sabrı taşmış gözüküyordu -gözüküyordu? Kesinlikle taşmıştı. Direksiyonu sıkmaktan kanı çekilen parmak eklemlerini görebiliyordum. "Senden yalnızca eve kadar susmanı istiyorum." Kısa bir göz kontağı kurdu, ardından tekrar yola odaklandı. Camı biraz daha indirip radyoyu değiştirdim. Dediği gibi de oldu, eve kadar ikimiz de konuşmadık.
Havaalanında ortada kalınca Ed'i arayıp Calum'dan beni alması konusunda rica etmesini istemiştim. Yeni hayatıma doğru saatte seksen kilometre hızla yaklaşırken pozitif duygulara tutunmaya çalıştım. Sonra fazla uzun sürmedi ve çalınan cüzdanım için mi yoksa yankesici sarışın için mi aranıyor ilanı çıkarmam gerektiğine bir türlü karar veremedim.
~
"Açım." Yatak odasından salona doğru bağırdım. Son tişörtü de katlayıp diğerlerinin üstüne koydum.
"Düşünme bile. Ben halledeceğim."
"Baksana, halletmen gereken başka işin yok mu senin?" Geriye kalan tüm halledeceği işlere gönderme yaptığımı fark edince kıkırdadı.
Calum Hood; hayatımda gördüğüm en -tek- peltek ve Yeni Zelandalı ben hallederim adamdı. Ed, birkaç hafta önce bana Los Angeles'tan ev ayarlaması için Calum'ı aramıştı. Ve işte şimdi, onun evinin bir üst katındaki kiralık dairedeydim. Ed ve Calum liseden tanışıyorlardı. Calum okulu bırakıp buraya yerleşmesine rağmen birkaç defa Avustralya'ya ziyarete gelmişti. Ed sayesinde tüm hayatından haberdar olduğum bu adam, bundan sonra benim biricik alt komşumdu. Sevimli ve küçüktü. Demek istediğim, daire. Salon ve mutfak birleşikti, yatak odası, banyosu ve ufak bir balkonu vardı. Mobilyalarımı taşımak zorunda kalmamak ise beni epey rahatlatmıştı.
"Hey, Asyalı." Kendimi koltuğa bıraktım. Bu hitaptan nefret ettiğini biliyordum. Omzunun üstünden sert bir bakış attı. "Aslında... pizza ve biraz bira çok iyi giderdi." Guruldayan karnımı ovaladım. Derin nefes verdi, tabureden inip telefonunu kurcalayarak salonun ortasına ilerledi.
"Anlaşıldı." İflah olmayan bir açtım ve bunu anlamış görünüyordu. Yani, umarım. "Luke ve sen nedense pek yabancılık çekmeyecekmişsiniz gibi geliyor."
"Ah," elimi bıkkınca havada salladım, "şu midesiz Luke. Ev arkadaşın olan?" Yüzünü ekrandan kaldırmadan mırıldanarak onayladı. Ardından bir dakikayı geçen sıkıcı sessizliğe son vermek istedim. "Senin ayak numaran her gördüğümde artıyor mu yoksa kalıbı geniş hikayesine devam mı?" Yavru bir timsah kadar var gibiydi.
"V, benim ufak bir işim çıktı, yemeği dert etme. Bir sorun olursa mutlaka ara." Görmezden gelmeyi seçmesini artık dert etmiyordum. Calum bunu hep yapıyordu.
"Halledersin, değil mi?" Telefondan başını kaldırıp anlamayarak birkaç kez gözlerini kırptı. Tek elimi ona doğru salladım. "Yalnızca takılıyorum." Üstelemedi, kapıya kadar eşlik ettim. Amansız bir sessizliğin ağır atmosferinde kalakaldığımda ilk defa, kendimi bu sonu olmayan yalnızlığa mahkum etmek istemedim. Yapılacaklar listesi çıkarttım, televizyon izlerken biraz kestirdim, pek de sağlıklı olmayan bir şeyler atıştırdım, kıyafetlerimi yerleştirmeyi bitirip evi süpürdüm. Balkonda oturup bir şeyler içmeye en sonunda vakit bulduğumda güneş batıyordu.
Ed ve benim annelerimiz aynıydı, biyolojik babamı ise hiç tanımamıştım. Annemin anlattığına göre bana üniversitedeyken hamile kalmış, Ed'in babasıyla da babam bizi terk ettikten sonra üniversitede tanışmış. Ed ve benim aramda bir yaş olmasına rağmen bu ikimiz için de hiçbir zaman bir ayrıcalık olmamıştı. Aynı okullarda okuyup aynı sevgiyi görmüş, aynı çikolatayı paylaşıp aynı mağazadan alışveriş yapmıştık. Aynı partilere izin koparmış ve her zaman için, özgürlük bize aynı derecede tanınmıştı.
Zilin art arda iki kez çalınmasıyla yerimde sıçradım. Benim evimin -vay canına- zili olduğundan bile emin değildim fakat salonda yankı yaptığına göre sanırım bu sesin benim kapı zilim olması gerekiyordu.
Yerimden kalktığımda o kadar bitkin hissediyordum ki, kendime fazla yüklendiğimi o ana dek anlamamıştım bile. Ailemi Avusturalya'da bırakıp Londra'ya her döndüğümde ya ertesi gün boyunca uyuyor ya da zihnimi olabildiğince meşgul etmeye çalışıyordum. Kendime engel olamayıp yapılacak tüm işi bugün yaptığımı düşünürken bir yandan da ertesi günün planını yapıyordum. Derin bir sızı göğsümün ortasına düşen bir kıvılcımın sessiz sedasız büyüyüşü, alev alışı gibi göğüs boşluğuma yayılıyordu. Belki yarın birkaç müze gezer, iş ilanlarına bakar ve Hollywood Bulvarı'nda yürüyüşe çıkardım.
Kapı deliğinin olmadığını fark etmek beni tedirgin etti. Yine de, Los Angeles'ın göbeğinde, üstelik günün bu saatinde herhangi bir hırsızlık ya da darp olayının olma ihtimali yok sayılırdı. Yani, ben öyle umuyordum. Oysa kapıyı açmamla kapamam bir oldu. Çünkü karşımda, elinde pizza kutuları ve bira şişeleriyle yankesici sarışın duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
wallet | lh
Fanfiction"Yakışıklı ve zengin insanlar hırsızlığa kalkışmaz sanırdım ancak yanılmışım, ne üzücü."