Gurur Ve Önyargı

16 2 0
                                    

-Kısım 2-
Parmak uçlarında ufak bir acı hissetti Kyungsoo. Rahatsızlıkla elini geri çekti. Aslında daha çok bir refleks gibiydi. İnatla parmak uçlarına değen bir cisim ve sonrasında ufak bir sızı hissi devam edince homurdansa da yavaşça tatlı uykusundan uyandı. Gözlerini açmak istese bile etraf oldukça parlak olduğu için gözlerini açamadı. Hatta o kadar parlaktı ki güneş perdeden gözlerinin içine doğru nasıl bu kadar parlak gelebilir onu düşünmesine sebep oldu.
Ağzından homurtulu bir küfür çıktı ama bu dışarıdan sadece "Ihımstir... " şeklinde karşılık buldu. Onu dinleyen tek kişinin parmaklarını kemiren tavuk olduğunu gördüğünde gülümsedi. Tavuk... Parmaklarını kemiren tavuk... TAVUK!!!
Ağzından farkındalık ile güçlü bir çığlık çıktı. Nefes nefese uyanıp etrafına korkuyla bakındı. Güneş tepeye çıkmıştı. Etrafında sadece ağaçlar vardı ama bir patikada olduğunu fark etmişti çünkü ağaçlar toprak bir yolun çevresinde birikmişti ve şuan o toprak yolun tam ortasındaydı. Etrafta bir kaç tavuk başıboş geziyordu. Bu durumda çok yakınlarda bir yerleşim yeri bulunmaktaydı ve beyni bunları nasıl 5 saniyede düşündü bir fikri yoktu. Korkuyla etrafına bakındı. Sonra üstüne baktı. Kolları, bacakları ve geri kalan her şeyi yerli yerindeydi. Üstünde ayıcıklı pijama altı ve 10 yıllık bir tişört vardı. Hani annelerin bez yapmak isteyeceği türden. Sakin kalmak adına gözlerini kapadı ve tekrar açtığında evde olmayı umdu ama değildi. Korkuyla yutkundu ve gerçek olup olmadığını anlamak için kendine vurdu. Acı hissi vardı ama yine de burada olması mantıksızlığın dik alasıydı. Uzaklardan bir kaç ses gelmeye başladığını fark ettiğinde ayağa kalkmıştı bile. Etrafa bakınmaya devam ederken kendi kendine söyleniyordu.
"Neden? Burada olmam çok mantıksız. Gece uyur gezerliğim yok benim. Birisi kaçırdı desem niye ormanda uyanayım. Çok mantıksız." Kendi kendine mırıldanıp dururken patika yolu ilerlemeye başladı. Ayaklarına taşlar batsa bile yürümeye devam etmesi gerekiyordu ki neden yürümesi gerektiğini bile bilmiyordu.
Yaralanmadığını bildiği için hafif de olsa güven hissiyatı vardı ama buradan bir an önce evine dönmek istiyordu. Hızla yürümeye devam ederken ayağına batan taşlar ayağını ölümüne acıtıyordu. Bir kaç adım daha attıktan sonra durması gerekti. Sadece 5 dakikadır yürüyor olsa bile ayaklarının acısı onu öldürüyor gibiydi. Ayrıca ayaklarına batan bir kaç ufak taş ayağını çizmeye başlamıştı ve kanıyordu.
"Bir sen eksiktin ya. Gerçekten bir tek sen eksiktin. Daha ne gelecek başıma. Atlılar da kovalasın tam olsun bari." Öfkeyle söylendiği sözleri can acısı ve sinir bozukluğu ile birleşince gözlerinin dolmasına yetmişti.
"Bari niye burada olduğumu bilseydim Allah'ım. Bir çıkış yolu göster bana nolur. Anlamıyorum zaten hiçbir şey." Sinirle söylenirken topallayarak yürümeye devam etti. Patikanın bitmesine az kalmış olması gerekiyordu. Yol genişlemeye başlamıştı ve bir yere bağlanacağının sinyalini veriyordu.
" Allah için düzgün bir yere gidiyor olayım. Allah'ım lütfen... " Neredeyse nefes nefese kalmıştı ve tükenmiş hissediyordu. Etrafında olup bitene anlam bulmak şuan için tek amacıydı.
Arkadan gelen sesleri işittiğinde gözleri yaşlı bir şekilde ileri bakınıyordu. Garip bir sesti bu. Daha önce duymadığına emindi. Yere vuran tak tak sesleri gibi. Arkasını döndü ve gelecek şey için heyecanla bekledi.
"Allah'ım nolur düzgün insanlar olsun gelenler. Lütfen..." Biraz panik biraz korku ile gelecek şeye beklenti ile baktı. Patikanın öbür ucundan gözüken şeyi şaşkınlıkla gördü.
"Oha ama bu kadarı da fazla yani!" Öfkeyle ağzından çıkan cümlelerin muhatapı atının üstünde gelen bir genç beyefendiydi. Üstündeki deri ceketi ve gömleği ile 1800'lerden fırlamış gibi bir hali vardı. Genç adam sinirle gelen beyefendiye bakarken beyefendi son dakikada fark etti genç beyi. Atıyla beyefendinin biraz ilerisinde durdu. Evinin patikasında böyle çılgın birini görmeyi beklemiyordu.
"Siz kim-" siz kimsiniz diye bir soru yöneltmeyi amaç edinmişti lakin ağzından iki kelime çıkmadan kendisini öldürecekmiş gibi bakan iki kahverengi gözün sahibi bey lafı ağzına tıkıştırdı adeta.
"Siz nasıl bir insansınız? Hayır hayır size insan dememek lazım. Bunu hak etmiyorsunuz bile. Yazık değil mi şu hayvana. En az 70 kilo adamsınız ve gördüğüm üzere kendi ağırlığınız yetmezmiş gibi bir de kendi türünüzden en az 20 kilo odun da yüklemişsiniz. Yazık gerçekten. Dışarıdan bakan biri sizi bir centilmen bile sanabilir. " Kendi durumunun farkında olmadan söylediği kelimeler ile beyefendiyi şaşkınlıktan kızgınlığa hızlı bir ruh değişikliğine sürüklemişti. Genç adam ne olduğunu anlamamıştı bile.
" Beyefendi beni bu ithamlara layık görebileceğiniz bir konumda olmadığınızı hatırlatmak isterim. Benim evimin patikasında üstelik size hiçbir şey yapmadığım halde bana ne hakla bunları söyleyebilirsiniz? Bu hadsizliğiniz onurumu zedelemekle kalmamış size karşı olan merak duygumu da tamamen yok etmiştir. Hemen buradan gitseniz iyi edersiniz küçük bey. Yoksa büyük bir zevkle ben sizi yollattırabilirim." Kyungsoo adamın sözleri ile konumunu hatırladığında şaşkınlık ile üstüne bakındı. Pijamaları toz toprak olmuştu ve çorapları ile ayakları kan ve toz karışımı olmuştu. Saçı ve yüzünü tahmin bile edemiyordu. Baştan ayağa bitik bir haldeydi. Bir an için utansa bile kendisini bastırmadı.
"Hah! Bana bakın 'küçük bey', siz kendi yaptığınız şeyin farkında bile değilsiniz ve buraya gelmiş bana mı laf ediyorsunuz. Ben kayboldum bir kere tamam mı? Ayrıca sizden sadece bir telefon kullanmak isteyeceğim o kadar. Abartmayın. Ayrıca o atın üzerindesiniz ve bana  yukarıdan yukarıdan bakıyorsunuz ama aşağıya inin de boyunuzu görelim. " Her ne kadar 172 olsa bile atın üzerinde küçük görünen adamın görüntüsüne aldanan Kyungsoo özgüven ile konuşmuştu lakin genç adam atından indiğinde lafları ağzına tıkandı. Oldukça uzun görünen adamın omuzları genişti ve yüzü oldukça yakışıklı görünüyordu.
" Dediklerin ve görünüşüne bakılırsa tımarhaneden kaçmış gibi bir hal içerisindesin. Ayrıca telefon dediğin şey telgraf ise sana günahımı bile vermem Bay Terbiyesiz. O yüzden buradan derhal ayrılın." Kyungsoo, adamın dediği hangi cümleye şaşırsa bilememişti. Doğru duymuş olmaktan korkarak sordu.
"Telgraf mı dedin? Telgraf?" Adam kafasını salladı. Basit bir hareketti aslında ama genç oğlanın tüm hayatı yıkılmış gibi görünüyordu. Genç oğlan iki saniye içinde çökmüştü. Gözleri dolmuştu tekrardan.
"Sormaya korkuyorum. Kaç yılındayız ve neredeyiz?" Kyungsoo okuduğu kitapları ve izlediği bilim kurgu filimlerindeki baş karakterin sorduğu soruyu sorduğuna bundan daha mutlu olacağını düşünmüştü. Ama şuan çökmüş haldeydi. Genç adamın ağzından çıkacak her hangi bir şey onu öldürebilirmiş gibi davranıyordu. Başı fena halde dönüyordu.
"10 Mayıs 1828, Herfordshire, İngiltere." Genç oğlanın kulakları bu sözler ile çınlamaya başladı. Nefesi tıkanırken bir anda gözleri kapandı ve ismini bile bilmediği genç adamın kollarına yığıldı.

-Kısım 2 Son-

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 13, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Gurur ve ÖnyargıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin