Ağlamaktan her yeri buğulu gören gözlerimi umursamadan göz kapaklarımı kırptım ve bir damla gözyaşının daha özgürlüğünü ilan etmesine izin verdim.
Çevremdeki insanlar bu halime acıyarak bana bir zavallıymışım gibi baksa bile içimde yanan yangınla baş edemezken onlara kendimi ifade etmeye gücüm olduğunu sanmıyordum. Boş bakışlarla izlediğim sokak bile bir zaman sonra anlamını yitirmeye başlamıştı. sesli bir şekilde iç çektim ve elimin tersiyle bitmek bilmeyen gözyaşlarımın biraz olsun önünü kesmeye çalıştım.
"Emin misin bak?" sesim oldukça kısık ve özgüvensizdi. "Geri dönüşü olmaz diyorum, hemen karar verme."
"Ne emin olması?" sinirle kafasını sağa sola çevirdi. "Ben son kararımı vereli çok oldu." kafasını çevirip masaya baktı ve bana döndü, "Yaptıkların normal değil, herkes bize bakıyor." Gözlerini sımsıkı kapattı. "Gitmeni istiyorum."
Biraz önce dönüp baktığı yere bende baltığımda, kırklı yaşlarının sonlarında, dip boyası gelmiş sarışın kadınla buluştu gözlerim. Neye uğradığını şaşırmış vaziyette olanları izliyordu. Onu parçalamak istiyordum. Fakat keşke yalnızca istemekle kalsaydım. Masaya yaklaşıp, oldukça pahalı görünen kadehdeki kırmızı şarabı kadının çakma sarı saçlarından aşağıda döktüm. Herkes etrafa şaşkınlık nidaları saçarken, kadın donakalmış bir şekilde ağzı açık duruyordu. "Böyle daha mükemmel bir tarz yakaldın bence babaanne," kendimi kaybetmiş gibiydim. "Yeni bir imaj yarattığıma inanıyorum."
"Sıyırmışsın sen..."
Cümlelerimi ardı arkası olmadan sıralamaya devam ettim. "Sıyırmak ha?!" bilincimi o kadar kaybetmiş olmalıyım ki bana doğru yaklaşan güvenlik görevlilerini bile fark etmemiştim. "Ben sıyırdım öyle mi? Ahlaksızlar!" kolumdan tutup beni çıkışa götürmeye başladılar. Bir yandan bağırıyor, bir yandan da görevlilere söyleniyordum. "Çekiştirme be!" çıldırmış gibiydim. "Bırak beni!"
"Hanımefendi zorluk çıkarmayın, polis çağırmak istemiyoruz."
Sürüklenmelerimin arasında onun gözlerinin içine bakarak, duymasını sağlayacak şekilde bağırdım. "Çağırın, çağırın! Geç bile kaldınız!! Ahlak masasını çağırın! Çocuk şube gelsin hatta, zira bu kadın; bu adamın babaannesi yaşında!" Görevliler beni dahada hızlı çekiştirerek -canımın yanacağı kadar hızlı- sonunda çıkışa getirmiş ve kabaca bir tabirle mekandan atmışlardı. Atılmadan hemen önce gördüklerim ise kadının hakaretlerime dayanamayarak bir hışımla masadan ayaklanması olmuştu.
Ucu bucağı görünmeyen tenha sokak, geç bir saat olması sebebiyle daha bir karanlık duruyordu. Göz yaşlarımdan dolayı etrafı buğulu görüyordum. Elimin tersiyle gözlerimi ovuşturdum ve çantamdan telefonumu çıkardım. Son aramalara girip Eje ismine dokunup çağrının cevaplanmasını bekledim. Evden çıkmak gibi bir planım olmadığı için, buraya gelmem spontane gelişmişti ve yanıma ne para ne de kart almamıştım. Otobüs bulabileceğim bir saatte de olmadığımdan dolayı, eve gidemiyordum. Birkaç saniye sonra telefon açıldı. Eje uykulu bir sesle mırıldanıyordu.
"N... Ne oldu ya?"
Gözyaşlarımın arasında arkamı dönüp sinirle restaurantın kapısına baktım. "Eje, ne olur gel beni al..." sesim çatallı çıkıyordu "Ben çok kötüyüm, yığılıp kalacağım şimdi kaldırıma."
Eje'nin telaşı sesine yansımıştı. "Kızım ne oldu anlatsana?"
"Aldattı beni..." bu sefer hıçkırarak ağlıyordum.
"Yok artık... Yine bir yanlış anlaşılma olmasın? O yapmaz biliyorsun..."
"Ne yanlışı ya? Ne yanlışı! Bastım onları..." burnumu çektim. "Adresi mesaj olarak gönderiyorum, gelince anlatacağım." hıçkırmaya devam ediyordum. Bir anda sustum ve normal ses tonuma dönüverdi sesim. "Bir de acele etsen olur mu? Burası biraz soğuk da..." Eje hiçbir şey demeden telefonu kapattı. Şu anda Eje'nin gözlerini devirdiğine kalıbımı basabilirdim.
