İlk Bakış

14 2 4
                                    

Şehrin en işlek caddesinin yedinci sokağına girerseniz; birkaç yüz metre sonra sol tarafınızda, yemyeşil sarmaşıklarla sarılı, görkemli bir demir kapı görürsünüz. Biraz dikkatli bakmanız gerekebilir, çünkü bu antik görünümlü kapı, devasa olmasına karşın her nasılsa insanların gözünden kaçmaya pek meyillidir. Bu kapı iki asra yakın süredir gençlere, yaşlılara, çocuklara tüm sıcaklığıyla yoldaşlık etmiş ve günümüzde şehrin tam da ortasında kocaman bir cennet olarak kendini korumayı başarmış Yadigâr Bahçe'nin kapısıdır. Eğer onun güzelliğinden gözünüzü alıp içeri girmeyi başarırsanız etrafına zarif bir kitabevi inşa edilmiş benimle, yaşlı Ihlamur ile tanışabilirsiniz.

Aslında benliğim bir açık hava tiyatrosunda başlamıştı. Bu, Yadigâr Bahçe'nin Yadigâr Bahçe olmasından önceydi. O zamanlar yaşadığım yerin adı Şehir Tiyatrosu'ydu. Hayatlarından bunalan halkı ve pek yüce Sultan'ı eğlendirmekle görevli şen şakrak oyuncular geceleri gelip önceden çokça prova edilmiş oyunlarını sergilerdi. Bense buraya bir tüccarın cebindeki eski, yırtık ve pis kokulu bir kesenin içinde gelmiştim. Tüccar izlediği güzel oyunun esrikliğiyle bir alkış ritmi tutturmuşken beni düşürmüştü. İnsanların çamurlu patiklerinin arasında uzunca bir süre yuvarlandıktan sonra olabilecek en el değmez ayak basmaz yerde durmuş ve oyunları izlemeye başlamıştım. Zaman geçtikçe rüzgar üzerime toprak atmış, bazı günler gökyüzü bana su vermişti. Ve nihayet köklerime kavuşup yeniden güneşi görecek kadar uzamışken tiyatronun yöneticisi beni fark etmiş ve şefkatle etrafıma korunaklar koymuştu. Çocukluğumu, kimse bana sataşmadan sahne kenarında oyunları izleyerek geçirmiş, yıllar sonra işgüzar kuşların bana getirdiği çiçekleri insanlara sunacak kadar güzelleşmiştim.

Seneler seneleri kovalarken benzinli araçların arttığı bir dönemde, artık pek rağbet görmeyen tiyatro, yerini otomobiller için bir durak noktası olmaya bıraktı. Yıllarca dört tekerlekli metal yığınları etrafımdan usulca dolanıp durdu ve parlak arabasından inip fiyakalı giysileriyle etrafı uzunca süre inceleyen zengin bir paşa çocuğunun isteği üzerine etrafıma bir sinema inşa edildi. İşte ilk kez o zaman aşık oldum, o filmlerle güldüm ve ağladım. Genç bir kızın kendi siyah beyaz dünyasından kopup rengarenk Oz diyarına gidişi bütün izleyenler gibi beni de hayrete düşürdü, hülyalara daldırdı.

Ne yazık ki her güzel şey gibi sinemanın da bir sonu oldu ancak binayı sadece birkaç dokunuşla değiştiren kişi buraya muazzam bir kitapçı açmaya karar verdi.

Otomobillerin artık eskisi gibi nazik olmadığı, uzun ve korkutucu teller üzerinde ilerleyen, yüzlerce insanı aynı anda bir yerden bir yere taşıyan hızlı trenlerin şehirleri ele geçirdiği, insanların eskisi kadar zarif ve şık giyinmediği bir dönemde, rahatsız edici ve boğucu gürültülerin arasında, adımı taşıyan Ihlamur Kitabevi, insanları hayranlığa sürükleyen güzelliği ve dinginliğiyle öylece ayakta kalmayı başardı.

Elbette burası şehrin gürültüsünden uzaktır. Zaten Yadigâr Bahçe'ye girdiğiniz anda bütün kaosu unutup, yalnızca tatlı sözler şakıyan kuşları duyarsınız. Biraz daha dikkatli dinlerseniz göl kenarında yüzen ördek ailesini ve benim son derece kendini beğenmiş bulduğum sevimsiz kazı duyabilirsiniz. Gözlerinizi kapayıp kulaklarınızla değil de kalbinizle dinlemeyi seçerseniz benim eski bir şarkıyı mütevazı bir melodiyle mırıldanışımı da hissedersiniz.

Böylece en gözde insanlarımdan biri olan, pek sevgili talihsiz Beste'nin hikayesini de öğrenme şansınız olur.

Çünkü onun hikayesini en azından yarınız merak ediyorsunuz. Onu her gün televizyonda görüyor, radyoda dinliyorsunuz. Bu kadını birkaç saat görebilmek için saatlerce bilgisayarlarınız başında oturup, saniyeler içinde konser biletlerini tüketiyorsunuz. Bu muhteşem kadını çoğunuz seviyorsunuz. Belki de ona gıpta edenleriniz bile vardır. Herkesin sevgilisi, iyi kalpli, yetenekli, güzeller güzeli ve para içinde yüzen bir kadına kim özenmez ki. Ama her görkemli şöhret hikayesinin dramatik, sürprizlerle dolu bir öncesi olur.

Beste'nin öyküsü de onlardan biri ve dünya üzerindeki en muhteşem, ama neredeyse ana karakterimiz kadar talihsiz şarkıyla başlıyor.

...Gökkuşağının Ötesinde Bir Yer...





Merhabalar, ailenizin talihsiz romantiği Ella ölmedi, hâlâ yaşıyor ve neyse ki yazıyor! Sizlere uzun zamandır söz verdiğim hikayeyi nihayet yayımlamaya karar vermiş bulunuyorum. (Alkış) Hepimizin hayatında ne çok şey gerçekleşiyor değil mi? Umarım bu hikayeyle biraz gerçeklerimizden uzaklaşır, Beste ve Bahadır'ın yaşadıklarıyla oyalanır, yuvarlanıp gideriz. 

Herkese şimdiden keyifli okumalar dilerim!

Bu bölüm; şu sıcak Ağustos gecesinde ayaklarımın üstüne yatmaktan hiç çekinmeyen biricik kedime ithaf edilmiştir.

Ihlamur KitabeviHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin