Surla çevrili bir şehir bu ortasında, nazlı diyarın. Miadı dolmuş bu güzel şehir... Belki asla gelmeyecek yarın. Nedir bu şehrin kederi? Nedir bu halkın kaderi? Balta, kan, gözyaşları... Şehrin kaderine savaş düştü. Halkın kalbine ateş düştü. Ordu hazırlandı; balta, kan, gözyaşları... Komutan şehre nutuk atmaya başladı: "Korumaz bizi şehrin surları. Savaş yoksa kalmaz şehrin hürleri. Ya savaş meydanı ya düşman zindanı. Balta, kan, gözyaşları..." Atlar ilerledi tan yerine. İtiraz edilmez komutanın emrine. Balta, kan, gözyaşları... Uzun yol orduyu yordu. Bu ordu üç şey taşıyordu: Balta, kan, gözyaşları... Salhaneye giden koyunlar gibi; bu mazlum ordunun sonu ne olur. Bir nefer dedi ki. "Tanrım bir yol göster ne olur!" Bu savaşta tek yol: Balta, kan, gözyaşları... Kızları, hanımları, oğlanları, bu ordunun geride bıraktıkları: Balta, kan, gözyaşları... Uzun, çok uzun zaman geçti. Biçare ordu artık candan geçti. Akıllardan yol ebediymiş gibi bir güman geçti. Ölüm yolundan kim bilir kaç insan geçti. Kaldı; balta, kan gözyaşları... Hasmane bir sazak esti. Erleri gırtlağını kılıç kesti. Kafalarını topuz ezdi. Cesetlerinde böcekler gezdi. Balta, kan, gözyaşları... Komutan yeis içinde dedi. "Tanrım bu ızdırap yetti artık. Yüreğimde bir şeyler gitti artık!" Komutandan gidenler: Balta, kan, gözyaşları... Güneş batarken atları üzerlerinde şehitlerle kanlı göğe doğru uçuyordu. Mühimmatları sanki ordudan kaçıyordu. Balta, kan, gözyaşları... Akşam vakti olduğunda, gece kara ölüm gibi ordunun üzerine çöktü. Yorgunluk, acı, ızdırap ordunun kalbini söktü. Balta, kan, gözyaşları... Seher yaklaşırken düşman eğlence düzenliyordu. Bu ordunun komutanı da görüyordu. Güneş, batıdan mı doğuyordu?