prologue

594 41 72
                                    

danser encore - calogero

***

"Bir bakıcı istemediğimi kaç kere söylemem gerekiyor?"

Bıkkın ve kısık ses tüm güçsüzlüğüne rağmen kararlı ve kesindi. Kadifemsi tını; kalın, koyu renkli perdelerle çevrili pencerenin önüne iliştirilmiş berjerde oturan genç adamın dudaklarından dökülürken kelimeler orta yaşlı kadının iç çekmesine sebebiyet vermişti.

Siyah, ipeğimsi saçları alnına dökülen, şekilli dudaklara ve şüphesiz ki çökük yanaklara, halkalarla çevrili, eski ışığını kaybeden açık kahverengi gözlere, solgun bir tene sahip zayıf genç; annesinin okuma saatini bölmesinden dolayı yeterince sinirliyken bir de üzerini defalarca kapatmasına rağmen önüne ısıtılıp konulan bu konudan bıkmıştı.

Elindeki kitabı sertçe kapatıp berjerin yanına yerleştirilmiş masaya bıraktı. İnce, metal çerçeveli okuma gözlüğünü gözlerinden çıkardığı gibi kitabın üzerine atıp elleriyle koltuğun kenarlarını sıktı. Koltuğun diğer yanındaki abajurdan yayılan sarı ışık altında, kapıda dikilen kadına baktı. Feri gitmiş gözleri, kadını ürpetti. İçindeki acıma ve hüzün karışımı duygu her günkü gibi biraz daha büyüdü.

Üç aydır oğullarının defalarca kez şiddetle reddetmesine rağmen ona yardımcı olacak birini işe almak istiyorlardı. Tüm gün yalnızlık içinde karanlık odasında kitap okumasını, nadiren bahçede tek başına geniş havuzu izlemesini ve cıvıldayan kuşları dinlemesini, yanına kimseyi yaklaştırmayıp düşünceleri içinde boğulmasını seyretmek; genç adamın annesini ve babasını gün geçtikçe daha da içine alan bir kara delik gibiydi.

Haewon'un ölümünden bu yana tam tamına üç ay geçmişti.

Jongin günden güne bu gerçekle daha da çökmüştü. Kazadan bu yana mahvolan mental sağlığı Haewon sayesinde düzelmişken ölümü sonrası kartlardan bir kule gibi yıkılıp tekrar başlangıca geri dönmüştü. Yaşlı kadın bu dünyadan göçerken Jongin'in tüm güzel duygularını da beraberinde götürmüştü sanki. Şimdi tekrar yüzünde tek bir tebessüm bile görülemeyen, içine kapanık, sessiz, dik başlı hallerine dönmüştü. Her şeyin başladığı zamanki gibiydi.

"Bak tatlım, baban ve ben senin için en iyisinin olmasını istiyoruz. Gittikçe daha da durgunlaştın. Yaşın yirmi yedi oldu bile. Bu yalnızlığın ne zaman dek devam edecek? Yanında olacak kişiyi bakıcı gibi düşünme; bir arkadaş, bir yardımcı gibi düşün. Bu halin bizi çok üzü-."

"Bana acımayı kesin, anne."

Sert sesi kadının sözünü bir bıçak gibi kesti. Fakat kadın yılmadı. İkna etmek için tüm sözlerini kullanabilirdi.

"Sana acımıyoruz Jongin, sadece senin iyiliğini istiyoruz. Bir arkadaşın olsun istiyoruz."

"Aptal mıyım sanıyorsunuz? Belden aşağısını kullanamayan zavallı Jongin, biricik oğlunuz, ona parayla tutacağınız uyduruk bir arkadaşa muhtaç, değil mi anne?"

"Tabii ki böyle düşünmüyoruz, oğlum. Sadece seni yalnız görmek-"

"Benim tek arkadaşım Haewon'du. Ve o da öldü, anlıyor musun? Beni bırakıp gitti!"

"Jongin-"

"Çık dışarı! Beni yalnız bırak!"

Koca ev Jongin'in sesiyle inlerken orta yaşlı kadın irkilerek geri adım attı. Ardından üzerine gitmek istemediği için odadan yavaşça çıkmadan hemen önce "Dediklerimi düşün, Jongin. Baban bu konuda çok kararlı." demiş ve kapıyı arkasından kapatarak Jongin'i düşünceleriyle bir başına bırakmıştı.

Ağrıyan başını elleri arasına alan genç adam bir süre nefesini düzene sokmaya çalıştı. Sinirlendiği için kalp atışları yükselmiş, elleri titremeye başlamıştı. Dakikalarca geçmesini beklerken zihninde annesinin ve babasının sözleri, Haewon ile biriktirdiği anılar dönüyordu. Haewon...

Jongin, henüz dokuz yaşındayken geçirdiği kaza sonucu omurilik felcine yakalanmıştı. Beşinci dereceden tetraplegia olduğu için tekerlekli sandalyeye mahkumdu. Eğitimine evde özel hocalarla devam etmiş, yaşıtlarından uzakta büyümüştü. Dilediğince oynamadan, koşamadan, zıplayamadan... Üstelik bir kardeşi de yoktu. Kazadan dört yıl sonra tek arkadaşı Haewon adındaki bir kadın olmuştu. Haewon ona sevgiyi, şefkati, empatiyi öğretmişti. Haewon, kazadan sonra adeta fabrika ayarları değişen Jongin'i yıllarca gösterdiği çabalarla hayat ışığıyla doldurmuştu.

Beş yaşından kazaya kadarki sürede dans eden Jongin kazayla beraber dansı da bırakmak zorunda kalmıştı. Tüm hayatı, tüm geleceği yön değiştirmişti. Fakat Haewon, o güçlü ve merhametli kadın, çocukluğunu dilediğince yaşayamayan Jongin'e on üçünden yirmi altısına kadar arkadaşlık etmiş, yardımcı olmuştu.

Ancak kimsenin ölümsüz olmayışı gibi, Haewon da milyarlarca faniden biriydi.

Beynindeki tümör, ellili yaşlarındaki kadını hızlıca tüketmişti. Haewon aniden sönüp gitmiş, ardında binlerce parçaya bölünen bir Jongin bırakmıştı. Belden aşağısını kullanamayan zavallı, yapayalnız, inatçı, hırçın Jongin.

Gittiği günden beri Jongin, tıpkı kazayı geçirdiği ilk zamanlardaki gibiydi. Tek fark artık yaşının büyümüş olmasıydı. Artık iyileşmeyi umut eden, tanrıya her gece dua eden o küçük çocuk değildi. Ömrünün sonuna dek bu karanlık odada yalnız başına yaşayacak, vücudunda kırışıklıklar olacak, saçları ağaracak  ve ölecekti. Yapayalnız.

Dolu gözlerini karşısındaki duvara dikti. Tek ışık kaynağı olan abajuru eliyle yere devirmemek için yumruklarını sıktı, sıktı ve sıktı. İşe yaramaz bacaklarını hissetmek için yumruklarını onlara geçirdi. Defalarca kez, sessizce ağlayarak, "Haewon." diye sayıklarken.

Omuzları düşene ve ellerinde derman kalmayana dek bunu yapmaya devam etmişti. Fakat ne Haewon dönüyordu, ne de bacaklarına inen sert yumrukları hissedebiliyordu. Yapayalnız olması, konuştuğu tek kişinin iç sesi olması, kitaplardan başka arkadaşa sahip olmaması gerçeği iç duvarlarına çarpıyor, hasarlar bırakıyor, kanatıyordu. Jongin yüzünü elleri arasında alıp çaresizliğine bir çözüm bulmak istedi. Mahvolan hayatını bir nebze düzeltecek bir şey.

Fakat aklına ailesinin sunduğundan başka bir şey gelmiyordu. Düşündü. Aylardır düşündüğü yetmiyormuş gibi düşünmeye devam etti. Hayır, dedi inatçı iç sesi. Kimse, kimse seni Haewon kadar anlamaz. Kimse seni Haewon kadar sevmez. Kimse sana Haewon'un katlandığı gibi katlanmaz.

Genç adam biraz ileride duran tekerlekli sandalyesine çevirdi bakışlarını.

Haewon öldü ve sen de onun gibi öleceksin, Jongin. Bu odada, tek başına, yalnız sen.

Ağlamaktan şişen gözlerini sımsıkı yumdu. Sözleri usulca, fısıldarcasına tekrarladı.

"Bu odada, tek başıma, yalnız ben."

***

Severek dinlediğim bir şarkıdan esinlenerek böyle bir kurguyla karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz, şimdiden iyi okumalar.





danser encore, kaisoo Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin