My Soul

28 3 0
                                    

  
   Elli yedi, elli sekiz, elli dokuz, altmış...
  
   Kim Taehyung, attığı son adımdan sonra sağa dönerek avlunun etrafındaki turuna devam etti. Sayıların şuan bulunduğu yerde bir değerinin olmadığını biliyordu fakat bu onu yaptığı saymadan alıkoymuyordu.
  
   Aheste aheste sabah yürüyüşünü sürdürürken düşünmeye de çalışıyordu bazı şeyleri. Kafasının içinde dönen çarkların haddi hesabı yoktu. Yine de bir sonuca varamıyordu. Neden buradaydı? Aklını meşgul eden sorulardan sadece biriydi bu. Olan bitenin yaşandığı şu son bir yılını bir kez daha taradı. Yaptıklarını düşündü. Nerede dikkatsizlik yapmıştı da yakalanmıştı? Hayır, hiçbir eksik yoktu. Her şeyi planlamış ve uygulamıştı.
  
   "Kim Taehyung!", diyerek yanına gelen gardiyana döndü bakışları. Sorgu vakti gelmiş olmalıydı. Her ne kadar bilmeleri gereken her şeyi onlara anlatmış olsa da tekrar tekrar sorguya çekmekten bıkmıyorlardı. "Baş gardiyan seni istedi. Gidelim." Taehyung başını anladığını belli edecek şekilde hafifçe salladı ve yürümeye başladı. Ayak bileğinin biraz üstünde yer alan varis çıbanının hapishane koşullarında daha da kötüleşmesi yüzünden adım atması zorlaşmıştı. Gardiyanın hızlı adımlarına yetişmeye çalışırken zorluk çekiyordu.

   Birkaç koridoru ve merdiveni geçtikten sonra baş gardiyanın odasına gelmişlerdi. Taehyung nefesini düzenlemeye çalışırken, onu getiren gardiyan kapıyı çalarak içeri girdi. Ardından hafif açık olan kapıyı sonuna kadar açarak Taehyung'u da içeri aldı. Buraya ilk gelişi değildi. Belli ki son da olmayacaktı.

   Masasının önünde ayakta durarak bekleyen baş gardiyana göz ucuyla baktı ve artık alıştığı tahta sandalyesine oturdu. Boşvermiş bir havası yoktu Taehyung'un. Ama tamamen korkak da değildi. Bir yıl öncesine kadar ne yaşamışsa hep içinde gerçekleşmişti. Son bir yılda ise içindeki ateş artık volkana dönüşmüş ve taşmıştı. Beraberinde getirdiği şeyler ise felakete yol açmıştı. Şimdi ise bunun sonuçlarını yaşıyordu.

   "Evet, Taehyung, seni dinliyorum. Anlatacak yeni şeylerin olmalı." Baş gardiyan kollarını kavuşturarak kalçasını masasına yasladı. O sırada Taehyung yavaşça kafasını kaldırdı ve sadece boşboş bakmakla yetindi. Çünkü onlara anlatacağı bir şey kalmamıştı. "Anlatacak bir şeyin olmadığını iddia etmiyorsun değil mi?"

   Boş bakışlar...

   "Pekala, o zaman ben anlatayım." Baş gardiyanın konuşma tarzı Taehyung'a hiç tanıdık gelmemişti. Nerdeyse iyi polisi oynadığını düşünecekti ki konuşmasına devam etti. "Sana bir sürprizim var. Senin için özel olarak bir konuk getirttik. Merak ediyor musun?" Tabi ki merak ediyordu. Ama onun yararına olmayacağı kesindi.

   Baş gardiyanın emriyle kapının önünde bekleyen gardiyan hızla dışarı çıktı. Taehyung iyice huzursuz olmuştu fakat belli etmemeye çalışıyordu. Birazdan gelebilecek kişinin kim olduğunu tahmin dahi edemiyordu. Zaten artık kimsesi de kalmamıştı.

   'Burada neler dönüyor böyle?' diye düşündü kısa bir anlığına. Hemen sonra ise kapı çalındı.

   "Gel!" diyen baş gardiyanın sesi keyif doluydu. Emir yüklü bir cümleden bile bunu anlayabiliyordu Taehyung. Bu onu daha da meraklandırmıştı. Kapı açıldığında az önce olduğu gibi önce gardiyan içeri girdi. Ardından da beyaz tenli sarı saçlı genç bir çocuk...

   Taehyung kafasını gelene çevirdiğinde kaskatı kesilmişti, dili tutulmuştu. Onun öldüğünü sanıyordu. 'Bu olamaz, imkansız!' diye düşündü. Fakat Jimin karşısında sapasağlam duruyordu.

   Baş gardiyan ve Jimin, Taehyung'un şaşırmış halini görünce alaycı bir gülümseyiş kapladı yüzlerini.

   "Ama nasıl olur? Senin öldüğünü sanıyordum. Senden hiç haber alamamıştım." diye mırıldandı kendi kendine. Hala olanların etkisindeydi.

  "Gördüğün gibi, ölmedim. Görevimi layığıyla yerine getirdim ve işte buradayım." yüzündeki sert ifade Taehyung'a yabancıydı, giyinişi yabancıydı, konuşması... Her şeyiyle yabancıydı artık o. Bir zamanlar tanıdığı Jimin değildi. Onun yanında gerekirse ölüme giden ve onu hep sevecek olan Jimin değildi. Yaptığı şeylerde ona korkusuzca yardım eden bu çocuk değildi.

   Taehyung başını yere eğip sağa sola salladı. İnanamıyordu bunlara. Jimin'in ona senelerce yalan söylediğine inanamıyordu.

   "Bazı cevaplar arıyorsun değil mi Taehyung? Ben gerçekte kimim? Seni kandırdım mı? Hatta seni ben mi ele verdim? Bunların cevaplarını hemen şimdi alacaksın, merak etme." bunları söylerken sandalyenin etrafında yürümeye başladı. Baş gardiyan ise sadece olan bitenleri izliyordu.

   Taehyung kıpırdamıyordu bile. Bunu fark eden Jimin tekrar konuşmasına devam etti. "Öncelikle evet, seni ben ele verdim. Aslında baştan beri bunun için görevlendirilmiştim. İşim buydu anlayacağın. Ayrıca seni hiç sevmedim. Hepsi sadece kurmacaydı. Planlarını yakından takip etmemin tek yolu buydu. Sonuna kadar senin yanında kaldım, sonra da izimi kaybettirip planını suya düşürdüm..."

   Taehyung'un tam önünde durdu. "Kimseye güvenme derken ne demek istediğimi anlamanı beklemiyordum zaten. Şimdi mutlu musun Taehyung?" değildi. Kendisini kusursuz planına o kadar kaptırmıştı ki bu güzel şeytanı fark edememişti. Şimdi her şeyi anlayabiliyordu. Ama her şey için çok geçti.

   "Konuşmayacak mısın?" Ne söyleyebilirdi ki? Kelimelerin bu durumu anlatacağına inanmıyordu. Zaten hiçbir şeyi olmayan bir adamın gururu, aşkı ve güveni de alınmıştı elinden. Daha ne söylenebilirdi?

   Taehyung, tahta sandalyeden kalkarak yavaşça kapıya doğru yürümeye başladı. Jimin baş gardiyana her şeyi anlatmış olmalıydı. Ceza artık kesinleşmiş, her şey ortaya çıkmıştı.
Taehyung'dan geriye ise sadece işe yaramaz bir beden ve yaralı bir ruh kalmıştı.


*

   Merhabalar, hikaye başında giriş yapmak istemediğim için buraya yazmayı tercih ettim direk :)
  
   Bu kısa yazı diyeyim, benim lise üçüncü sınıfta dil ve anlatım dersi için yazdığım bir şeydi. Yaklaşık beş senedir taslakta duruyordu yani. Şöyle bir dönüp bakınca vmin için tekrar düzenleyebileceğimi düşündüm. Umarım beğenirsiniz 🤗
  

My Soul ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin