Dalgın bir biçimde, insanların arasında yürüyordum. Kalabalık, karanlık ve soğuk...
O kalabalığın içinde yalnızdım ben. Ne ailem vardı yanımda, ne arkadaşlarım ne de bir düşman. Hepsini arkamda bırakıp yürüyordum bu sessiz, ama bir o kadar da gürültülü sokaklarda.
Kafamın içinde yalnızdım ben, bedenen kalabalığın içinde olsam dahi. Bir ışık, bir tutunacak el bekliyordum beni bu karanlığın içinden çekip çıkaracak.
Belki bir ev, sıcak bir el. Benim soğuk ve her yanı yalnızlık kokan evimden, beni para ile satabilecek ailemden uzak tutacak bir yuva.
Yürüyordum... Yürüyordum... Yürüyordum... Oysaki hiçbir yere gitmiyordum. Kaçtığım yer, aslında yolumun sonunda varacağım yerdi, evim.
Dönüp dolaşıp yine aynı yere gelmiştim 'Jeon Konağı' . Hayatımda ne bir entrika ne de bir coşku vardı. Bütün duygularımı kusmuş ve tek bir kutuya koyup ıssız ve derin sulara atmıştım, bir daha geri almamak üzere.
Yine aynı yerdeyim, yine aynı yerde... Evimdeyim. Çelik kapıların dışında durmuş ve bu "şaşaalı" eve bakıyordum. Ne kadar da ürkütücü duruyor. Dışı kadar içi de ürkütücüydü.
Durmuş öyle mal mal bakıyordum.
"Merhaba"
Hemen arkamdan gelen sesle yerimden sıçradım. Geldiğini bile duymamıştım.
Karşımda büyük cüsseli bir adam duruyordu. Kaslı bişeye benzemiyordu ama boyu çok uzundu. Giydiği beyaz takım elbisesi, beyaz saçları, bembeyaz teni, dolgun ve pes pembe dudakları, kalemle çizilmiş gibi muazzam kaşları, minik ve yuvarlak burnu, simsiyah irisleri ve bembeyaz sklerası ile karşımda adeta bir melek duruyordu. Ben ona hayra hayran bakarken o ise dümdüz bir şekilde tam gözlerime bakıyordu.
"Jeon Jungkook siz misiniz?"
Nasıl yani? Beni tanıyor mu? Adımı nerden bilebilir ki? Yoksa babamın beni satmaya çalıştığı bir başka adam bu mu?
O hâlâ yüzüme bön bön bakıp bir cevap beklerken kendime geldim. Boğazımı temizleyip ciddi bir şekilde karşısında durdum.
"Evet, evet benim"
Sesimin titrememesine şükredip karşımdaki şahesere bakıyordum.
"Benimle gelin"
Deyip arkasını döndü ve uzun, beyaz bir limuzine doğru yürüdü.
"Hey!?"
Arkasından koşarak ona yetiştim. Nereye gidecektik.
"Beni nerden tanıyorsun?"
Dediğimde cevap vermeden limuzine girip beni de içeri soktu. Karşılıklı iki koltuğun birine kendisi, bir diğerine beni oturttu.
Bindiğimiz gibi araba çalışmış, son sürat ilerliyorduk. Karşımdaki melek adam, ellerini dizlerine koymuş, bacaklarını biraz aralamış bir şekilde oturuyordu. Tam gözlerimin içine bakıyordu. Donuk bir şekilde. Ondan gözlerimi kaçırıp, bacaklarımda olan ellerime indirmiştim kafamı.
"Nereye gidiyoruz?" Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki ben bile zor duymuştum.
"Evime" Duymasına ve beni götürdüğü yere şaşırıp gözlerimi sonuna kadar açıp onun simsiyah gözlerine bakmıştım.
Anında elim kapının koluna gitmiş ve kapıyı açmaya çalışmıştım. Sonuç hüsran.
"Gitmek istemiyorum"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Angel? Or Devil?
ParanormalGözlerimin önünde küle dönüşen bir sevgi, bir melek, bir şeytan... Seme Jimin! Uke Jungkook!