-autem-

516 41 8
                                    

Büyük salonun kapılarının açılması ile yavaş adımlar ile içeriye girdi, neredeyse tüm bakışlar ona dönmüştü ve bu hoşuna gitmemiş değildi. Tanınmayan birine göre herkesin bakışlarını üzerine çekmek hoştu. Dolgun dudakları hafifçe büzülürken bakışlarını büyük salonda gezdirmeye başladı. Dikkatini öncelikle ortadaki çıplak kadın heykeli çekerken onun üzerinden sarkan altın işlemeli ve oldukça büyük olan sarkık avize çekmişti.

Büyük kadın heykelinin arka tarafında kocaman ikiye ayrılan merdivenlere bakışlarını yöneltti. Merdivenin en yukarasında, iki merdivenin birleştiği yerde duran bir beden görmüştü. Fazla uzak olduğu için yüzünü tam göremiyordu ama vücudu bile buradan 'ben asilim' diye bağırıyordu. Jimin adımlarını yavaşça merdivenlere yöneltti, onu göreceği bir mesafeye geldiğinde yavaşça durdu.

Bakışları bedende dolaşırken ilk dikkatini çeken şey elleri olmuştu. Elindeki purosunu iki parmağın arasına sıkıştırmış arada bir dudağına götürüyordu. Ellerini daha çok incelerken oldukça fazla yüzük olduğunu gördü, biri yılan desenliydi ve tüm parmağını kaplıyordu. Ellerinde yeterince dolaştığını düşünürken bakışları yavaşça yüzüne doğru çıktı, az önce gördüğü yüzü dikkatli incelemek içinde bir şeylerin hareket etmesine sebep olmuştu.

Karşısında ki bedenin sert bakışları salonda dolaşırken, kafasını yan tarafa çevirmesi ile keskin çenesini gözler önüne sunmuştu. Boynunu kaplayan dövmede dolaştı bakışları, çok hoş bir dövmeydi. Daha fazla çenesini inceleyecekken yanına gelen bedene bir şey söyledikten sonra, bakışları yeniden insanları bulmuştu. Küçük beden hâlâ dikkatlice ona bakmaya devam ediyordu, yakalanacağını düşünmüyordu. Salonda oldukça fazla insan vardı, onu fark etmezdi.

Hâlâ bakışlarını çekmezken bedenin bakışları onunla kesişti. İlk iki saniye bakışlarını çekemedi, donup kalmıştı. O sert bakışların altına girmek ona tuhaf hissettirmişti. Olabildiğince hızlı bir şekilde bakışlarını yere indirdi fakat hâlâ bedenin onu izlediğini düşünüyordu, dikkat çekmesi hem de bir asil tarafından kötü bir şeydi.

Buraya sahte davetiye ile girildiği öğrenilse onun canını alırlardı resmen. Yanından geçen garsonu fark ettiğinde omzuna yavaşça dokundu, lavabonun yerini sordu. Ona tarif ettiğinde teşekkür ederken garson bunun için teşekkür ettiği için tuhaf bakışlarını ona yollamış ve yoluna devam etmişti. Adımlarını lavaboya yönlendirirken o bedenin bakışlarının hâlâ üzerinde hissettiyordu.

Ne kadar kendini kafasını oraya çevirmemek için zorlasa da en son kafasındaki sesleri dinledi ve kafasını yavaşça o tarafa doğru çevirdi. Yeniden bakışlarını keşiştiğinde gözlerini kırpıştırarak kafasını önüne çevirdi, buradan çıkmalıydı. Hem de hemen çıkmalıydı, yakalanırsa biterdi. Buraya hiç gelmemeliydim diye düşürürken saçlarını geriye doğru attı.

Ne diye brezilyanın asillerinin, daha çok insan satıcılığı veya uyuşturucu ticareti ile uğraşan zenginlerin partisine gelmişti. İçinden kendine söverken neredeyse evi kadar olan lavaboya girdi. Kabinlerden birine girdiğinde klozetin üzerine oturdu ve derin derin nefes aldı. Ne yapacaktı?

Az sonra burada kumar oynanmaya başlayacaktı ve herkese kapılar kapatılacaktı. Dikkat çekmeden çıkmanın yolunu bulmalıydı. Kabinden yavaşça çıktı ve tezgaha doğru yaklaştı ellerini suya tuttu. Otomatik olarak açılan su ile yavaşça ellerini yıkadı. Hemen şimdi ana kapıdan çıkacaktı, kapılar kilitlendikten sonra hiç şansı kalmazdı çünkü.

Ellerini kuruladıktan sonra aynanın karşısında saçlarını düzeltti, elleri taşlı chockerına giderken hafifçe çekiştirdi. Çok fazla panik yapıyordu ama yapmaması gerekiyordu, ne kadar panik olursa o kadar dikkat çekerdi. Derin bir nefes aldıktan sonra en son bordo kıyafetinin yakasını düzeltti, eski özgüvenli haline bürünürken lavobadan yavaşça çıktı. Çıktığı gibi ışıkların kesilmesi ile hızlıca yanındaki duvara tutundu. Duyduğu siren sesi ile siktiri çekerken eliyle hafifçe alnına vurdu. Ne yapacaktı şimdi? İşte şimdi bitmişti. Kesinlikle onu öldüreceklerdi.

Işıklar yeniden yandığında artık ortamda eskisi gibi aydınlık değil daha loştu. Yavaş adımlar ile içeriye doğru yürüdü. Herkes çoktan az önce konulan masalara oturmuştu. Onlar kumar oynarken büyük heykel gitmiş onun yerine yüksek platformlu bir sahne gelmişti. Üstünde sadece iç çamaşırı -iç çamaşırı bile denemezdi-olan kadın ve erkekler direklerin etrafında dönüyordu.

Herkes, medya bile dahil bu ortamın sonradan böyle olacağını biliyordu. Herkes onların ne yaptığını biliyordu, tanrı aşkına adamlar dünyanın en güçlü insan ticaretini yapan kişilerdi. Polisler bile onlara karışamazdı. Jimin kafasını iki yana sallayarak düşünmeyi bıraktı, yaslandığı duvardan ayrıldı. Daha çok karanlık olan ışıkların vurmadığı yerlerden gitmeye çalışıyordu, aslında nereye gittiğini bilmiyordu bile.

Biri onu fark ederse uyuşturuculu kafası ile ona neler yapardı bilmiyordu bile, ne diye evinde oturmak yerine bu ortama gelmişti ki? Sinirle üflerken arkasındaki duvara yaslandı, buradan çıkmasının imkanı yoktu. Bakışları etrafta dolaşırken o bedeni görememişti. Hem burada olmaması onu mutlu ederken bir yandan da üzülmüştü, onu yeniden görmek isterdi.

Bakışları etrafta dolaşmaya devam ederken gözleri 40'lı yaşlarında bir adamla kesişmişti. İçinden küfrederken kafasını hemen başka yere çevirdi. Yine de bakışlarını üstünde hissettiği için adımlarını ileride gördüğü, salona göre biraz küçük olan koridora yönlendirdi. Çok fazla tedirgin olduğu için arkasına baktığında, o adamın peşinden geldiğini görmesi ile gözleri kocaman olmuştu. Koridorun sonunda gördüğü kapıya doğru adımlarını hızlandırdı.

Kapının önüne geldiğinde elini kulpa götürdü ve hemen çekiştirdi, açılmasını beklerken kilitli bir kapı olduğunu anladığında gözleri dolmuştu. Ne yapacaktı şimdi? Arkasına baktığında o adamın gülümseyerek ve yavaş adımlar ile kendine yaklaştığını gördü. Onun buradan kaçamayacağını biliyordu. Elini yavaşça telefonunu götürürken bir numarayı tuşlayarak kulağına götürdü, birilerini aramıştı.

İspanyolca bir cümle söyledikten sonra telefonu kapattı. Jimin ispanyolca bilmediği için anlamamıştı. Adımlarını atmaya devam ederken sonunda minik bedenin önüne gelmişti. Aslında 40 yaşında bir adamı atlatmak kolay olurdu, yaklaşık 1.90 boylarında ve fazlaca iri olmasaydı.

Jimin'in resmen dibine kadar girdiğinde, minik beden tir tir titriyordu. Ölmüştü o, bitmişti her şey. Adam elini yavaşça yanağına koyduğunda elini çekmek için elini kaldırdı, sonrasında karşılık vermenin daha boktan bir yol olduğuna karar verince elini yeniden indirdi. Adam yavaşça elini yanağında gezdirmiş ve sessizce mırıldanmıştı.

"Ne de güzel bir şeysin sen..."

Adam akıcı bir ingilizce ile konuştuğunda Jimin idrak ettiği şey ile resmen iğrenmişti. Daha fazla dayanamayacağını anladığında elini kaldırdı. Adamın elini sertçe yüzünden çekti. Resmen yüzüne tükürür gibi konuştu.

"Benden uzak dur!"

Geçmek için sağa doğru hamle yaptığında adam onu hızlıca belinden tutmuş geçmesini engellemişti. Bu hareketi ile Jimin çırpınmaya başladı, aynı zamanda çığlık da atıyordu. Gitmek istiyordu buradan. Gözlerinden yaşlar süzülürken bağırarak beni bırak diyordu.

En son tırnaklarını adamın yüzüne batırdığında adam acı ile kollarını gevşetmişti. Bunu fırsat bilerek hızlıca kollarından kurtuldu tüm kalan gücünü kullanarak koridorun sonuna doğru koştu. Adam bu sırada yavaşça kendine gelmişti, kapıya doğru yaslanmış ona bakıyordu. Bu koridordan çıkamayacağını biliyordu.

Jimin son kalan nefesi ile koridorun sonuna geldiğinde 2 tane bedenin sıkıca onu tutmasını beklemiyordu, bir bez burnuna bastırıldığında gözleri kocaman olmuştu, çırpınmaya başladı. Ağlamaya devam ediyordu.

Bezdeki sıvı onun hareketlerini yavaşlatırken gözleri hafifçe kapanıyordu, artık çırpınamıyordu. Beyni uyuşmuştu resmen. Başı döndüğünde yere doğru düşecekken etrafına kollar dolanmıştı. En son hatırladığı o adamın onu kucağına aldığıydı.


Çok iyi yazdığını düşünmüyorum ama konu aşırı hoşuma gitti. Umarım beğenerek okursunuz.

Mors FlosHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin