Genç Hanım, pencerenin önünde durmuş, dışarıdaki yağmurun habercesi olan kara bulutlara bakıyordu.
Giydiği beyaz elbisesi ona hiçbir kıza yakışmayacağı kadar güzel yakışmıştı. Kabarık ve kat kat kuyruklu bir elbisesi ona korse bile takmaya gerek duymayacak kadar ince belini tam sarmıştı. Yarım ve derin sayılmayacak kadar açıkta kalan sırtının, bir kısmını örten kızılımsı ile kahverenginin karışımı renginde saçları küt kesilmişti. Beyaz teni ve beyaz elbisesi ile olan bu uyumu, genç bayları etkileyecek, evlenme çağında olan hanımları da kıskandıracak kadar güzel duruyordu. Buna rağmen inatla o elbiseden nefret ediyordu. Bunu giymesinin tek nedeni, hatrı sayılır dadısı içindi sadece.
Ellerini kollarına sarmış, birazdan kuvvetli bir fırtınalı yağışın soğuğunu kendine siper ediyordu. Büyük camdan dışarıyı seyre dalarken, arkasından gelen genç adamı fark etmemişti bile.
"Afedersiniz," kısık ve oldukça kibar bir şekilde söylenen bu kelime, yine de pencere kenarındaki genç hanımın korkuyla sıçramasına ve arkasını dönüp endişeli gözlerle sesin sahibine bakmasına neden olmuştu. Karşısında uzun boylu ve şık giyimli adama baktığında ister istemez kendini toparlama gereği duydu.
"Özür dilerim, korkutmak gibi bir niyetim yoktu. Sadece böylesine bir kadının tek başına pencere kenarında dışarıyı seyretmesine dayanamadım. İzniniz olursa bu kasvetli havayı beraber izleyip, ruhumuzu bunalatmamıza ben de eşlik edebilir miyim?"
"Ne demek istiyorsunuz bayım? Ayrıca içeriye nasıl girebildiniz? Buraya izinsiz tek bir kişi dahi giremez. Lütfen kim olduğunuzu söyler misiniz?" Az önceki endişeli ve korku dolu bakışları gitmiş, yerini sinirli ve bir o kadar da meraklı bakışlar almıştı.
"Tekrar özür dilerim, kendimi tanıtmayı unuttum, şayet sizin gibi bir kadını burada mutsuz görünce, kendimde sizinle konuşma gereği hissettim. Ben deniz Yılmaz, Yılmaz Eroğlu. Buraya babanız Hamdi Basar için gelmiştim. Sanırım geleceğimden size bahsetmemiş." Sonlara doğru üzgün çıkan sesi kadının aklına yeni gelir gibi aydınlanmasına sebep oldu.
"Sen o ünlü ressam Yılmaz Eroğlu'sun, geleceğinizden bilgim vardı ancak bugün geleceğinizi sanmıyordum. Havadaki bulutlar birazdan burada gürültülü bir sağanak yağmuru olucağını haber veriyor çünki." Az öncekine nazaran sesini sevecen tonda çıkarmaya özen göstermiş, oldukça da başarılı bir şekilde sağlamıştı.
"Sanırım yanınıza sırılsıklam olmadan yetişebilmişim. Yoksa sizinle ıslak kıyafetler ile tanışmak biraz utanç verici olurdu." Samimi bir şekilde bunu söylemesi, ikisininde gülümsemesine yetmişti.
Kısa bır gülüşlerin ardından, "Sorduğum soruya bir cevap bulabildiniz mi?" diyerek konuyu en başa çevirmişti genç adam.
"Sizin babam ile görüşmeniz gerekmiyor mu?" diye sorduğunda, tekrar genç adamın sorusunu, sorusuyla cevapsız bırakmıştı genç hanım.
"Ah, ona daha vaktim var. O zamana kadar sizinle birlikte yağmurun cama çarptığı sesi dinlemeyi ve bıraktığı toprak kokusunu içime çekmeyi çok isterim, tabii buna siz ne dersiniz bilemem." Samimi bir gülüş ve ardından gelen samimi bir bakışla genç hanımı ziyadesiyle ikna etmişti.
Tatlı gülümsemesiyle karşılık verdi genç hanım. Pencere kenarında biraz yana adımlayarak genç adama yer açmıştı. Fazlaca büyük olan pencere, aslında genç hanımın yana kaymasına bile gerektirmeyecek kadar genişti. Yine de Yılmaz Bey bunu sorun etmeyerek genç hanımın bıraktığı boşluğa adımladı ve elini pencerenin mermerine koydu.
İkisi birlikte kafalarını cama çevirmiş, ufak ufak başlayan ve cama çarpan yağmura bakıyordu. İkisi de sessizce dışarıyı seyrediyor, yağmurun yağarken çıkardığı cama çarpma seslerine kulak kabartıyorlardı.
Genç hanım halinden memnun olsa da aynısı Yılmaz Bey için geçerli değildi. Âdeta konuşmak için can atıyor, aynı zamanda çenesi düşük muammele görmemesi için de susma zorunluluğu oluşuyordu içinde.
İlk defa böyle oluyordu Yılmaz Bey'e. Normalde kendisi rahat ve fazla kuruntu yapmayan bir insandı. Çok fazla düşünmezdi, heyecan yapmazdı, ya da merak etmezdi. Ama yaklaşık on dakikadan beridir bunları kendi içinde hissetmeye başladı. Genç hanım ile nasıl bir sohbet başlatacağını düşünüyor, kendisini beğenip beğenmediği ile ilgili heyecana kapılıyor, bunları ise düşündükçe merak ediyordu. Son on dakika içerisinde bunları hissediyordu Yılmaz Bey.
Sonunda aklına gelmiş gibi başını çevirdi genç hanıma. Yılmaz Bey'den habersiz, sanki o yokmuş gibi izliyordu dışarıdaki yağmuru. Mavi gözleri, ışığın altında parıl parıl parlıyordu adeta. Ufak burnunun yanında oluşan küçük çilleri beyaz suratında güzel bir detay katmıştı. O an Yılmaz Bey yağmuru izlemeyi bırakıp genç hanıma döndürdü bedenini. Çünkü böyle saf ve duru bir güzelliği izlemek varken kim ne yapardı ki dışarıyı, çevreyi, insanları...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pencere Kenarı ve Tuvaldeki Portre
Short Story[tamamlandı] •Kısa hikaye Koca bir tuvale o gülümsemeyi çizmek için yıllarını bile verirdi hiç düşünmeden. * 07.05.20