-2-

22 6 1
                                    

"Adınızı öğrenemediğimi fark ettim, sakıncası yoksa bana adınızı lütfeder misiniz?" ses tellerinin en yumaşak tınısını kullanarak genç hanımın dikkatini çekmeyi başardı. Genç hanım, başını pencereden çekip siyah gözlerin sahibine baktı, gülümsedi.

"Feride."

Feride... Tek ve eşi benzeri olmayan demek, tıpkı adınız gibi anlamı da size çok yakışıyor. Diye geçirdi içinden Yılmaz Bey. Söylemek isterdi Feride Hanım'a ancak yanlış anlaşılmaktan korktu.

Korkmak?

En son ne zaman bu duyguyu gerçekten hissetmişti, hatırlamıyordu. Yalnız kalkmaktan mı? Karanlıktan mı? Yükseklik korkusu gibi miydi bu korku? Hayır, bu başka bir korkuydu. Kaybetme korkusu...

"Tanıştığımıza mesut oldum, Feride Hanım. Bana ayırdığınız değerli vaktiniz için size çok müteşekkirim. Ama benim artık gitmem gerek." dedi hiç istemeyerek de olsa.

Çünki onunla uzun uzun konuşup sohbet etmek, onunla ilgili her şeyi öğrenmek istiyordu. Neleri sevip sevmediğini, en çok ne yapmaktan hoşlandığını, en sevdiği çiçeği, rengi, mücevheri, gelecekte ne gibi bir hayali olduğunu öğrenmek istiyordu. Bu kısacık konuşmada bile onu tanımış olmanın verdiği mesuduyla yetinecekti sadece.

"Ben de Yılmaz Bey, isterseniz size babamın odasına kadar eşlik edebilirim, hoş, biraz genişce bir evdir burası, bulmak zamanınızı alabilir." tatlı gülümsemesini genç adama sunmuştu yine. Yılmaz Bey bu gülümsemenin bir portresini çizmek istedi o an. O gülümsemeyi ölümsüzleştirmek, koca bir tuvale o gülümsemeyi çizmek için yıllarını bile verirdi hiç düşünmeden. Yeter ki bir kere daha ona gülümseyebilsin.

Feride Hanım'ın hâlâ beklediğini fark ettiğinde kendisini düşüncesinden uzaklaştırdı. "Bunu çok isterim Feride Hanım, lütfen siz önden buyurun."

Genç Hanım dediğini yaparak öne adımlarını sıralamış ve geniş  koridorda sadece ikisi yürümeye başlamıştı. Bu kadar büyük bir ev olmasına rağmen, ev üç kişilikti. Baba, kızı ve dadısı...

Koridorlardan geçerken Yılmaz Bey'in sürekli sağ tarafında kalan altın rengi duvarlar ve üstünde koridor boyu sıralanmış dev portreler vardı. Çoğu karışık renklerin bir araya gelmesiyle atılmış fırça darbeleriydi, bazılarında manzaralar vardı ve çok azında ise bir çeşit insan yüzleri.

Bir ressam olarak portreleri gören Yılmaz Bey, Hamdi Bey'in zevkini gerçekten etkileyici bulmuştu. Kendisi de aynı şekilde böyle portreler çizip milyonlara kadar ulaşabilen rakamlara satabiliyordu.

Koridorun sonuna geldiklerinde koca bir salon karşılamıştı onları. Feride Hanım, nereye gittiğini bilir bir şekilde adımlarını hızlandırırken, etrafını inceleyen Yılmaz Bey'e kaçamak bir bakış atmayı ihmal etmedi. Bu onun kıkırdamasına sebep olurken Yılmaz Bey'in duyduğu bu güzel ses ile gözlerini incelemekten ayırmış, daha güzel bir manzaraya bakmaya başlamıştı.

"Tahmin ettiğimden de büyük bir evmiş. Siz olmasaydınız kesin kaybolmuştum bile." dedi şaşkınlık ve sevecenlikle.

"Rica ederim Yılmaz Bey." Arkasını dönüp her iki taraftan karşılıklı olan merdivenlerin sağ merdiveninden çıkarak bir basamak yukarı çıkmıştı.

"Bana sadece Yılmaz diyebilirsiniz." henüz ikinci basamağı tırmanmıştı ki, duyduğu bu ses ile tekrar arkasına dönmüş, ona doğru bakan siyah gözlere çevirmişti başını.

Onun için sorun olmayacak bir istekti bu. Memnuniyetle gülümsedi ve ardından ekledi; "Siz de bana sadece Feride derseniz olur tabii."

Merdivenleri yavaşça çıkarlarken ikiside biraz heyecanlanmıştı. Yılmaz Bey'in bu heyecanı kendini kaptırma korkusuna dönüşüyordu. Feride Hanım ise sadece basit bir kalp çarpıntısıdır diye düşündü.

Sonunda ikisi de tek kelime dahi etmeden Hamdi Bey'in odasına gelmişlerdi. Kızı Feride, kapıyı tıklatmış ve ardından, "Giriniz." sesini duyduğunda tokmağı yavaşça sağa döndürüp kapıyı aralamıştı. Önce Feride, ardından ise Yılmaz'ın odaya girmesiyle Hamdi Bey'in gözleri ikisinde birer tur atmıştı.

Yılmaz, bir adım öne adımlayarak Hamdi Bey'in oturduğu masasına yaklaşmıştı.

Daha sonra Hamdi Bey sonradan aklına gelirmiş gibi sevecenlikle ayağa kalkmış ve masanın etrafından dolanıp Yılmaz'ın karışısına geçmişti.

"Hoş geldiniz Yılmaz Bey, bakıyorum da Dünyalar güzeli kızımla tanışmışsınız." dedi Yılmaz'ın elini sıkıp sırtını sıvazlayarak. Kızı Feride ise bu iltifat karşısımda yanakları allanıp, utanacağına, aksine hiçbir tepki vermeden onları izliyordu. Her ne kadar içinden sinirlense de ağzını açarak babasına misafiri karşısında saygısızlık etmek istemiyordu.

"Ben sizi yalnız bırakıyım." diyerek bulunduğu ortamdan gitmek istediğini belirtircesine adımlarını kapıya attığında babası, "Kızım bekle, konuşucaklarımız seninle de ilgili." diyerek Feride'yi durdurdu.

Şaşkınca babasına dönen Feride, onun hakkında ne konuşabileceğini merak etmişti.

Hamdi Bey, tekrar masasına döndüğünde ikisine de masanın önünde duran iki karşılıklı koltuğu işaret etti. İkisi de koltuklarına otururlarken, Hamdi Bey, masanın üstündeki telefonu alıp Yılmaz'a döndü ve "Ne içersin Yılmaz?" diyerek gayet samimi sayılacak bir tonda konuştu.

Yılmaz, sadede gelmek istercesine kafasınım olumsuz anlamda sallayarak, "Teşekkür ederim," diyerek mırıldandı. Hamdi Bey ise elindeki telefonu bırakarak ellerini masanın üstünde kenetledi.

Sıcak bir gülümseme ile Yılmaz ile kızı arasında irisleri gelip gitti.

"Buraya gelme nedenini az çok biliyorsundur Yılmaz, bir portre istiyorum senden. Öyle bir portre çiz ki bana, dünyalar kadar güzel, paha biçilmez olsun. Baktıkça bir daha bakılsın. Bunun için de en doğru ressam sensin diye düşünüyorum." diyerek Yılmaz'ın buraya gelme nedenini açıkladı Hamdi Bey.

Yılmaz kafasını olumlu anlamda sallayıp, "İyi düşünmüşsünüz Hamdi Bey, peki ne portresi istiyorsunuz benden?" dedi.

Hamdi Bey, gülümsemesini genişletip somurtan kızına baktı.

"Kızımın portresini istiyorum."

Pencere Kenarı ve Tuvaldeki PortreHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin