one

1.5K 76 12
                                    

•

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Soğuk bir el ağzımı kapatıp beni kendine çektiğinde çoğu insan gibi öleceğimi mi düşünmem gerekirdi bilmiyorum. O an düşündüğüm şey, evde tek başına valizlerimizi hazırlayan en yakın arkadaşımdı. Sonunda bu lanet yerden çok uzaklara gidecektim ama sanırım kaderin benim için farklı planları vardı.

'Bunu görmemeliydin.'

Kulağıma fısıldayan sesle tüylerim diken diken olurken şansıma küfrettim. Bu salonda son defa keyifle izleyeceğimi düşündüğüm piyano resitalinden nasıl bu duruma gelebilmiştim ki?

'Sakura! Dolabın altındaki kışlık kazaklarını almayı unutmuşsun!'

Su Jin'in bağırmasıyla saçımla uğraşmayı bırakıp yatak odamıza koştum. Zaten yeterince güzel olmuştu.

'Doğru ya! Hallediyorum.'

Alelacele kazaklarımı valizime tıkarken Su Jin gülerek beni durdurdu. Sonra yüzüme hayran hayran baktı.

'Çok güzel olmuşsun. Git hadi. Buluşmanı kaçırma.'

'Ama Jinnie?'

'Git diyorum sana. Buraları ben hallederim.'

Eliyle beni odanın kapısına doğru ittirirken güldüm.

'Sorun olmayacağından emin misin?'

'Tabi ki eminim. Sonunda gideceğimiz için o kadar mutluyum ki istersen bütün evi bile toplarım.'

Çantamı ve trençkotumu aldıktan sonra kapıda onu yanağından öptüm.

'Daniel'e selam söyle.' diye bağırdıktan sonra kapıyı kapattı ve ben de kapımızın önünde beni bekleyen arabaya bindim.

Su Jin ile ailelerimiz bir şirketin  ortaklarıydı. Daha çok gıda ve giyim üzerine eğilim gösteren şirket, Kore menşeliydi ama Amerika'da da aktif bir şekilde çalışıyordu. Ailelerimiz işleri Amerika'dan yürütüyorlardı ve üniversite bitince bizi Kore'deki binalardan birine staj yapmak için göndermişlerdi. Su Jin burayı garip bir şekilde sevmemişti. Havası farklıydı, başına sürekli kötü bir şey gelecekmiş gibi hissediyordu, aynı milletten de olsak Busan'ın insanları bize yabancıydı. Sonunda stajımız bitmişti ve yarın Amerika'ya geri dönecektik. Bu yüzden çok heyecanlıydı.

Daniel, arabanın kapısını açtığında bana gülümseyerek elini uzattı. Elini tutup arabadan indim ve koluna girerek salona doğru yürürken:

'Piyano konserlerinden bu kadar hoşlandığını bilseydim seni getirmek için fazla beklemezdim.'

İçimden ona göz devirirken gülümseyerek cevap verdim:

'Hakkımda bilmediğin daha çok şey var.'

'Buraya sık sık gelir misin? Bugün ünlü piyanist Jeffrey'nin konseri var.'

'Biliyorum. Bay Jeffrey'nin müziğini çok beğeniyorum. Daha önce birkaç defa dinleme şansı bulmuştum.'

Konuşma bittiğinde etraftaki çoğu insanın bakışlarına aldırmadan gidip yerimize oturduk. Beni tanımıyorlardı, çünkü adım daha iş dünyasına verilmemişti. Ailemi, Su Jin'in ailesini, şirketimizi tanıyorlardı ama Su Jin'i ve beni değil. Çünkü stajımızdan sonra şirkette önemli bir rol üstlenince insanlara tanıtılacaktık.

Ama Kore'nin en büyük holdinglerinden birinin vârisi olan Kang Daniel'i tabi ki tanıyorlardı. İnsanlar bizim üzerimizde fazla durmadılar. Çünkü burada girerken Daniel'in selamlaştığı, bizden daha ünlü olan kişiler de vardı. Şarkıcılar, sanat galerisi sahipleri, başka ünlü insanlar...

Aslında Daniel'den o anlamda hoşlanmıyordum ama annemler eğer Amerika'ya geri dönmek istiyorsam en azından bir kere Daniel'le randevuya çıkmam gerektiğini söylemişti. Bunu Su Jin için kabul etmiştim bir bakıma.

Jeffrey sahneye çıkıp takım elbisesiyle eğilerek selam verdi, sonra da piyanonun başına geçti. Her hareketini dikkatle izliyordum, parmaklarını kullanış biçimini, gözlerinin nota defterinden ayrılmıyor olmasını...

'Ona gerçekten hayransın...'

Dediği şeyle başımı Daniel'e çevirdiğimde şaşkınlıkla bana baktığını fark ettim. Daha sonra kendini toparladı.

'Özür dilerim. Ben bu kadar hayranı olduğunu tahmin etmemiştim.'

'Öyleyim.' dedim fısıldayarak. 'Hayran olunmayacak birisi değil.'

Konserin ilk kısmı bittiğinde Jeffrey tekrar sahnenin önüne geçip eğilerek selam verdi. Herkes alkışlarken kafasını kaldırdığında bir an gözlerimizin buluştuğunu sandım. Sanki onca insanın içerisinde sadece benim gözlerimle gözleri buluştu, gözlerimden içimden geçen her şeyi, bütün geçmişimi ve bütün geleceğimi okuduğunu hissettim. Daha sonra sahneden ayrıldı.

Daniel'in telefonu ısrarla çalarken:

'Özür dilerim.' dedi mahcupça. 'İş, burada bile peşimi bırakmıyor.'

'Sorun değil, konuş sen. Ben de lavaboya gitmeliyim zaten.' dedim Daniel'e gülümseyerek.

Gözleriyle teşekkür ederek telefonu açtığında yanından kalktım ve lavaboya gittim. İşimi hallettikten sonra lavabodan çıktım. Etraf karanlıktı ama karanlık benim için pek bir anlam ifade etmezdi. Karanlığın içlerine doğru tiz bir çığlık sesi geldiğinde irkilerek o tarafa doğru döndüm.

Belki gitmemem gerekiyordu ama ayaklarım benden kontrolsüz bir şekilde sesin geldiği yöne doğru yürürken bir şeye çarptım. Telefonum ışığını açarak çarptığım şeye doğrulttum.

Bu kanlar içerisindeki bir kadın bedeniydi. Yüzünü çevirdiğimde bunun sıradan bir kadın olmadığını anlamıştım. Bu, konser başlamadan önce selamlaşıp konuştuğumuz Jeong Holding'in ortaklarından birinin bedeniydi. Daha yarım saat önce saçlarıma dokunarak çok güzel göründüğümü söyleyen birinin bedeni.

Ağzımı açmama izin vermeden birisinin soğuk ellerini hissettim. Ellerimde Bayan Jeong Bora'nın kanı öylece dururken kendimi kurtarmaya çalıştım. Bu boş bir çabaydı. Lavabodan çıkan kadınların kahkahaları kulağıma gelirken beni duvarın kenarına çekti. Boğazımda iğnenin keskin ucunu hissettiğimde elleri hâlâ dudaklarımın üzerindeydi.

Dudaklarını kulağıma yaklaştırdığında nefesimin kesildiğini hissettim.

'Bunu görmemeliydin.' diye fısıldadıktan sonra zaten karanlık olan ortam benim için daha da fazla kararmıştı.

piano man| jaehyun ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin