Selam, ben Vira ve bu ilk hikayem.
Hikaye cadılık ilkeleri ve vatandaşları ile ilgilidir, şimdiden iyi seyirler dilerim.
Milyonlarca öpücük bırakıyorum size.
Yorum yapmayı ve vote atmayı unutmayın!
Heaven help me now, heaven show the way
Tanrı'm bana yardım et, Tanrı'm bana yol göster
Get me back on my own two feet
Ayaklarımın üzerine basmamı sağla.
The Lumineers - Gloria
Mavi, uzaydan dünyaya baktığımızda görünen renk. Yeşil, bir kumrunun gözlerinden görünen eşsiz dünyanın rengi. Ta ki kırmızı akana kadar, kan kırmızısı. Bazen mavi, sevdiğin adamın gömleğinin rengidir. Sıcaklık, sevdiğin canlının bedenine dokunmak demektir. Fakat anlamlar görecelidir. Tıpkı güzellik gibi.
Hayat 8 yaşındayken ne kadar kötüdür bilmem ama 16 yaşında iken zaten bataklığa adımlarını atmış olan ruhunuz boğulmaya başlar. Ve eğer 22 yaşındaysanız boğulan ruhunuz, kendi elleriyle sizi de boğmaya başlar. Yavaş, acılı ve bir o kadar da temkinli yönetilen ölüm. Kurtulmak için ne kadar çaba sarf ederseniz edin, başaramazsınız. Çünkü ölüm fermanınız çoktan içinizdeki meclise sunulmuş ve kabul görülmüştür. Hayat, en az içinizdeki şeytan kadar acımasızdır.
Yaklaşık altı yıl önce varlığını belli etmeye başlayan diğer yanım, bana emirler yağdırmaktan başka bir şey yapmıyordu son günlerde. Gündüzleri çalıştığım marketin kasasında oturuyor, etiket okutuyor ve soruları cevaplıyordum. "Hey, etikette bu fiyat yazmıyordu!" Demişti karşımdaki iri beden. Gözlerimi onun aksine sakinlikle ekrandan çekmiş ve ona çevirmiştim. "Ama demek ki fiyatı buymuş, almak istemiyorsanız lütfen yerine koyunuz." Onun aksine daha kısık çıkan sesimle mırıldanmıştım. Evet, haksız değildim. Burada çalışmak sıkıcıydı, tıpkı nefes almak gibi. Buranın bana kattığı tek şey; insanları anlamaya başlamamdı. İnsanları çözmek kolaydı. Bakışlar, davranışlar insanın ne istediğini veyahut neyi amaçladığını belli eder. Fakat bu iş bir o kadar da zordur. Kendilerince koydukları toplum kuralları vardır ve onlara uymayanlar dışlanmaya meyillidir. Zaten bu dünyada herkes birbirinin kopyası, özentisidir. Aslında bunun neden böyle olduğunu anlayabiliyordum. Kabul edilmek, tüm mesele kabul edilmekti.
Duyduğum ses ile bir şeyler karaladığım dergi parçasından bakışlarımı çektim. Gözlerim kamera ile kesiştiğinde arka raflarda gezinen bir çocuk takılmıştı gözüme. Hızlıca kasanın başından kalkıp o tarafa yönelmiştim. Adımlarım sert, duruşum dik ve kalbim, kalbim benim aksine oldukça yumuşaktı şu sıralar. Ne de olsa Tanrılar ve Canavarlar diyarında yalnızca bir fani idim. Gerçekten öyle miydim? Çocuğun dolandığı yere geldiğimde sırtımı raflardan birine yaslamış ve onu izlemeye başlamıştım. Ağzı açık çantasına hızlıca eline geçenleri koyuyordu. Nefes alışverişi sıktı fakat korkmuyordu. Daha çok heyecanlı gibiydi. Başındaki şapkası gözlerini gizlese bile, hafif aralık ve kiraz rengi dudaklarını gizleyemiyordu. Değişikti. Şu an gördüğüm ve hissettiğim her şey fazlaca değişik geliyordu. "Yardım etmelisin. Yardım et ve gerisini düşünme." İnsanlardan hiç mi hiç hoşlanmayan diğer yanımın emri beni fazlaca şaşırtsa da ona ayak uydurdum, uydurmak zorundaydım. Fakat anlamıyordum. Neden bunu istiyordu? Derin bir nefes alıp bu nefesin ciğerlerimi yakmasına izin verdim. Karşımdaki bedene yaklaşıp hiçbir şey söylemeden çantası aldım ve hızlı adımlarla kasaya yöneldim. Kabul edilmek, belki de cidden tüm mesele buydu. Çantasını ters çevirip içindekilerin hepsini döktüm ve etiketlerini okutmaya başlamıştım. "Ne yapıyorsun?" Kulaklarıma dolan ses, korkudan da heyecandan da oldukça uzaktı. Otoriterdi. Tıpkı verilen emre uyan bir çitanın kükremesi gibiydi. Umursamamalıyım, sırası değildi. Etiketini okuttuğum şeylerin hepsini çantaya geri koymuş ve ağzını kapatıp karşımdaki bedene fırlatmıştım. Elimi arka cebime götürüp yeteri kadar parayı kasaya tıktım ve mırıldandım. "Git artık." Sertçe kasayı kapatıp gözlerimi sonunda karşımdaki bedenin gözlerine dikebilmiştim. Ürkmeli miydim? Hem de fazlasıyla. Çünkü karşımda görüp görebileceğim en şeytani bakışlardan biri vardı. İçindeki öfkenin zamanla ruhuna verdiği merhametsizlik ve katılaşmış kalbinin o büyük yuvarlak gözlerine aksettirdiği bir tür vahşilikle bakışları bir çitanınkinden farksızdı, sesi gibi. Gözlerini gözlerimden çekmeden çantasını takmış ve sırıtmıştı. Hayır, samimiyetten ve teşekkürden oldukça uzaktı. Daha çok tehditvariydi, sinsiceydi. Marketten çıktığında bacaklarım tüm emirlerimi reddetmiş ve ardından çıkmıştı. Bir süre öylece uzaklaşan sırtını izlemiştim. İçimden bir ses ısrarla geri gelmesini istiyordu. Bakışlarını bakışlarında gezdirip daha çok çözümlemek istiyordum onu ama çoktan bir bisiklete binip uzaklaşmıştı. Ben ise kendi siyah beyaz dünyama geri dönüp markete girmiştim.
Siyah gözlerimizi kapattığımızda bizi ilk karşılayan en misafirkar renktir. Ta ki kırmızı akana kadar, kan kırmızısı.
Gloria
Gloria
You crawled up on your cross.
Çarmıhta süründün.
Gloria
Gloria
You made us sit and watch.
Bizi oturup izlemek zorunda bıraktın.
Bölüm Sonu
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cherry wine // taekook
Fanfiction"Gerçek aşk, tehlikeyle karşı karşıyayken hiç korku hissetmemektir."