10.

502 51 46
                                    


2 yıl sonra...

.

.

.

Yoongi:

Elinde ki yeşil kalemi bazen sıkıyor bazense gevşekçe sallıyordu. Bir kaç kere kendi kendine bir şeyler mırıldandığını duymuştum fakat gözlerini pencereden hiç ayırmıyor oluşu kendi kendine kalmak istediğinin bir kanıtıydı.

Onu rahatsız etmeden yatağın ucunda sessizce oturuyordum. Fakat içimde kusmak istediğim büyük bir öfke vardı. Aynı zamanda da korkuyordum. Korkuyordum çünkü Taehyung neredeyse ölecekti ve ben ona fazlasıyla alışmıştım, gidemezdi.

Açıkcası geçtiğimiz son 2yıl içinde hayatımda gerektiğinden çok fazla şey değişmişti. Bazıları herkes için iyi olan değişikliklerdi tabi...
Ama hayatımızda iyi değişikliklerin ve iyi kararların olması hiç yanlış kararlar almadığımız anlamına gelmezdi.

Sanırım aldığımız ilk yanlış karar henüz birbirimizi tanımadan birlikte yaşamaya çalışmamızdı.
Aynı evde yaşayınca hem birbirimiz hakkında hem de kendimiz hakkında bazı gerçekleri öğrenmek zorunda kaldık. Henüz buna hazır değildik.

Daha sonra onu bırakmayı denedim, ondan gitmeyi istedim ama yeterince fazla deneyemedim, çünkü ona alışmayı bekledim.

Taehyung sakince gözlerini kırpıştırıp yüzünü bana çevirdi. Çok fazla dikkatli bakıyordu ve bu yerimde kıpırdanıp kendimi düzeltme ihtiyacı hissettirmişti.

Sonunda derin bir nefes alıp kaşlarını çattı "Bence artık gitmelisin Yoongi..."
Gözlerini kaçırıyor benden başka her yere bakıyordu. Ellerini birleştirip devam etti "Başka bir yere gitmen gerek. Benden olabildiğince uzak bir yere." Gözlerimin içine baktı "Yanımda kalırsan, sana zarar vermek zorunda kalırım." İkimiz de sertçe yutkunmuştuk.

Bağırmak istiyordum ama yapamazdım.
Gitmek istemiyordum ama kalamazdım.
Nereye gideceğimi bilmiyordum ama bildiğim eve geri dönemeyeceğimin farkındaydım.

İşte bu yüzden ayağa kalktım."Haklısın..." Ona veda ederken tek söylediğim şeyin bu olacağını fark etmemiştim.

Sanki vücudumun içinde bir alev topu vardı, beni yakıyordu. Gözlerinin içine son bir kez baktım. Sanki hiç bir şey hissetmiyormuş gibi boş bakıyordu bana. Bu bakış içimde ki alevi körükledi. Fakat ağlamıyordum. Bana söyleyeceği şeyleri zaten bilerek gelmiştim. Kendimi bana "git" demesine hazırlamıştım.

Derin bir nefes alıp odadan çıktım. Hastane kokusu işte şimdi kendini belli ediyordu. Taehyung bütün odayı kendi kokusuyla doldurmuştu, o hastane odası sanki evdeymişim gibi hissettiriyordu ama koridora çıkmak bana nerde olduğumu iyi hatırlatmıştı ve neden geldiğimi.

Garip değil mi?

Bir yere gidiyorsunuz ve ordan gitmek için o yere gidiyorsunuz.

Sizden gitmenizi isteyeceğini bildiğiniz birinin yanına sırf gitmenizi istesin diye gidiyorsunuz ama sonuçta, gidiyorsunuz.

Ve ağır geliyor...

Attığım her adım, aldığım nefes, yaşadığım her saniye.

Ama en çok da ben giderken bana hiçkimse gibi bakması ağır geliyor.

Bunca zamandır öyle miydim?

Hayır.

Ya bir zamanlar beni gerçekten sevdi ya da bir zamanlar bana gerçekten sevilmiş gibi hissettirdi. Hangisi gerçek bilemiyorum...

Kendime bir taksi çağırmıştım.
İşte bu bittiği noktaydı.
Bittiğimiz nokta.

Taksi hızlı bir şekilde gelmişti. "Havaalanına lütfen." şoföre nereye gideceğimizi söylememe rağmen taksi hareket etmiyordu. Biraz daha yüksek bir sesle tekrarladım. "Havaalanına sürün lütfen." kapılar birden kilitlendi.

"Sizinle işimizin bittiğini mi sanıyorsun Yoon..." adam bana dönüp gülümsedi. "Daha yeni başlıyoruz..."

.

.

.

Beğendiniz mi?

Daha hızlı bölüm gelmesini isterseniz (tabi okuyorsanız:) bunu yazmanız yeterli.

G. A. I. A. Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin