Hayat... 5 harf ya da 2 heceden oluşan şey
midir? Ya da elleriyle insanların boğazını
kavrayan bir cani midir? Ya da aynadan
aynaya baktıkça değişen görüntü gibi
kişiden kişiye değişen bir şey midir? Peki
ya hayatı tanımlamak gerekli midir?
Eminim ki asıl ve ilk sorulması gereken
soru budur. "
Her zamanki gibi duvarı izlerken aklımdan
bir şeyler geçiriyordum. Bu şaşılacak bir
şey değildi. Şaşılacak şey, hakkında
konuşmaktan haz etmediğim bir şeyin
üzerine kafa yoracak hale gelmiş olmamdı.
Ya düşünecek başka şey kalmamıştı (ki bu
çok komik olurdu hahhaha), ya da artık
hayat düşünülmesi gereken bir şey olmuştu
(bu da çok korkunç olurdu). Amaan, böyle
saçma ayrıntılar kimin umrunda? En
azından benim değil ahahha. Bugün fazla
neşeliyim, çok gülen çok ağlamaz umarım.
Yatağımdan yine kalkıyorum çünkü yine
canım sıkıldı. Aşağı iniyorum, Canavar
ortada gözükmüyor (kedimin adı bu, çünkü
ben canavarları çok severim ve kedimi de
çok seviyorum.). Tam "Canavaar" diye
bağıracağım sırada sanki hissetmiş gibi
gelip ayaklarıma dolanıyor. Kucağımda
Canavar odama çıkıyoruz. Ve yine duvarları
izleme seansı başlıyor. Anlaşılan o ki
Canavar benim kadar sabırlı değil, yataktan
aşağı atlayıp odamdan çıkıyor. Biraz
canlanmaya karar verip ilk olarak duş
alıyorum. Üzerime bir tişört, bir şort geçirip
ıslak saçlarımla kendimi dışarı atıyorum.
Hava sıcaksa ne gerek var saç kurutmaya :)
Bu yıl tabi ki yine yazlıktayız. Annem kahve
eşliğinde dedikodu için Ayselciğine gitti.
Babamsa işlerini ayarlayıp haftasonu
gelmeye çalışacak. Bu şaşılacak bir şey
değil, zaten genelde böyle olur ve babam
yazlığa gelemez. Aklımda düşüncelerle
yürürken bir yandan rüzgar saçlarımı
darmadağın ediyor. Küçücük bahçesinde
salatalıklarıyla uğraşan İhsan amcaya
"Günaydın. " dedikten sonra etrafı izlemeye
devam ediyorum ve bir şey dikkatimi
çekiyor. Yaklaşık 5 yıldır boş olan sarı evin
pencerelerinde perdeler var. Kim ki bu?
Eğer önceden taşınmış olsalardı haberimiz
olurdu, demek ki dün akşam falan
taşındılar. "Hoş geldiniz." demek için zili
çalıyorum. İçerden "Alpeer, oğlum kapıya
baksana." diye bağıran bir kadının sesi
duyuluyor. Kapıyı 16-17 yaşlarında, kıvırcık
saçlarının bir kısmı alnına düşen, az önce
adının Alper olduğunu öğrendiğim çocuk
açıyor. "Ee şey sanırım siz yeni taşındınız..."
derken çocuk ağzının içinden "Evet."
diyerek bana kısa kesmem gerektiğini ifade
ediyor. "Ben hoş geldiniz demek istemiştim
de." derken arkadan bu çocuğa çok
benzeyen bir kadın geliyor ve tüm
tatlılığıyla "Sağ ol kızım, adın ne senin; bak
bu Alper." diyerek benim bir an önce
defolup gitmemi istediğini bakışlarından
anladığım çocuğu gösteriyor. "Ben de Sera,
memnun oldum." diyorum gülümseyerek.
"Ben de memnun oldum kızım, benim adım
da Serap, annenle de tanışmak isterim bir
gün." dedikten sonra "Tabii ki, o da çok
memnun olacaktır. " diyorum ve
birbirimize iyi günler diliyoruz. Etrafı
turlarken aklıma Aslılara uğramak geliyor.
Sağa dönüyorum ve canım mor ev
karşımda. Kapıyı çalınca Sevinç teyze
açıyor kapıyı. "Oo Seracım, hoş geldin."
demesiyle arkasında bizim deli kız bitiyor.
"Seraaa" diyerek kollarıma atlıyor. Gören
de daha dün beraber denizde saatlerce
yüzmedik sanacak hahhaha. Bu kız böyle
işte, her tepkisi deli dolu. Ama çok sevdiğim
de doğru. İçeri geçiyoruz, Sevinç teyze
hemen en sevdiğim dondurmadan
külahlara koyup getiriyor. Bir yandan
dondurmamı yalarken bir yandan yeni
taşınanları anlatıyorum. "Aaa, ne ara
taşınmışlar? " dedikten sonra "Annenle bir
ara beraber gidelim hoş geldin demeye,
güzel de bir İzmir bombası yapalım mmh."
diyor Sevinç teyze. Aslı'yla bir an
bakıştıktan sonra "Şimdi yapsan, n'oluur!"
diyerek iki yandan iki deli kuşatıyoruz
etrafını. Bizi hiç kırar mı, hemen teslim
oluyor. "Tamam, tamam sizi gidi deliler."
diyip mutfağa gidiyor. Mutfaktan içeri
girmesiyle hemen dedikoduya başlıyoruz
tabii :)