ㅤ
heykeltıraş ideal erkeğin, sadece fiziksel özelliklerini değil, onun değerlerini de katmış heykele. yaptığı figür güzelliği, şefkati, asaleti, hassasiyeti ve başka birçok meziyetleri bünyesinde toplamış. o kadar mükemmel bir heykel olmuş ki, sonunda ona aşık olmuş. ve ona "galatae" adını vermiş."
--------aşk insanlar için her zaman özel olmuştur. tanrılar için de.
zeus’un oğlu ışık tanrısı apollon, ırmak kenarında genç ve güzel bir kız görür. bu eşsiz güzelin adı daphne’dir. apollon onunla konuşmak ister. fakat daphne, ışık tanrısı'ndan kaçmaya başlar. o kaçar, apollon kovalar bir taraftan da “kaçma seni seviyorum” diye bağırır.
daphne ise korkuya kapılır ve kaçmaya devam eder. apollon’a gelince, bu güzel periyi mutlaka yakalamak istemektedir. aralarındaki mesafe gittikçe kısalır ve bir an gelir ki daphne, apollon’un nefesini saçlarının arasında duyar. artık kurtuluş imkanı kalmadığını anlayan daphne, birden durur ve ayağı ile toprağı kazıyarak şöyle bağırır:
“ey toprak ana, beni ört, beni sakla, beni koru.”
bu içten yalvarış üzerine daphne organlarının ağırlaştığını, odunlaştığını hisseder. göğsünü gri bir kabuk kaplar, kokulu saçları yapraklara dönüşür, kolları dallar halinde uzar, körpe ayakları kök olup toprağın derinliklerine dalar, bir defne ağacı oluverir.
bu manzara karşısında şaşıran apollon, daphne’nin ağaç oluşunu hayret ve üzüntü ile seyreder. sonra da sarılır ve sert kabukları altında hala çarpmakta olan kalbinin sesini duyar ve şöyle seslenir:
“daphne, bundan sonra sen, apollon’un kutsal ağacı olacaksın. o solmayan ve dökülmeyen yaprakların, başımın çelengi olacak. değerli kahramanlar, savaşlarda zafere ulaşanlar, hep senin yapraklarınla alınlarını süsleyecekler. şarkılarda, şiirlerde adımız yanyana geçecek."
daphne ağaç oldu diye apollo'nun ona olan aşkı bitmiş miydi? bitmişse aşk sayılmazdı. aşk bizi üzer, hayattan koparır, sertçe yere vurur sonra bunlar hiç yaşanmamış gibi tekrar yükseltip mutlu ederdi. aşk bizi savunmasız bırakırdı.
aşkın bu kadar acımasız olması gerekmiyordu ama gerçekten çarpık bir mizah anlayışı vardı.
görüş açıma giren ve hâlâ koyduğum yerden bir santim bile uzaklaşmamış heykelimle nefesim kesilmişti. nasıl bir heykele bakarak mutlu olabilir, üzülebilir ve daha birçok duyguyu aynı anda yaşayabilirdim ki? bu çarpık mizah anlayışının örneği değil de neydi?
hiçbir ayrıntısını kaçırmak istemiyor, doya doya bakıyordum her bir parçasına. donuk kahve gözlerine, çok yakıştığına emin olduğum ve kahvenin en güzel tonunu yakaladığım tenine.
"eğer yaşıyor olsaydın tenlerimiz çok uyumlu olurdu. zıtlıkların uyumuna bayılan biriyim ben galatae.. buna alışman gerekiyor."
nefesimi tutarken heykelimin karşısına yerleştirdiğim tekli koltuğa oturup bir bacağımı diğerinin üzerine yerleştirdim.
"biliyor musun o kadar imkansız aşkların hikayesini okudum ki şimdiye kadar.. gerçek değil gibiydi. bir aşk nasıl imkansız olabilir? iki kişi birbirini severse nasıl kavuşamaz?
kavuşamıyormuş işte.
sana sarılmayı, uyandığımda seni görmeyi, seninle konuşmayı o kadar çok istiyorum ki.. ses tonun nasıl nasıl olur, kokun ya da. bunlar aklımdan hiç çıkmıyor tae..
galiba ben de imkansız aşklar için yaratılmışım. "
tanrıların bile umursamadığı bir aşk uğruna yaşıyordum.
yakışıklı çoban endymion ile zeus’un güzeller güzeli kızı, ay tanrıçası selene birbirlerine aşık olduğunda tanrılar bu aşka izin vermez zeus’un yanına gidip, çobanın öldürülmesini isterler. zeus öldürmek üzere çobanın yanına gider, kızına nasıl aşık olduğunu görür ve onlara kıyamaz ve endymion’a bir dilek hakkı sunar.
zeus'un merhameti sadece kızının sevgilisine miydi? bana neden bir dilek hakkı sunmuyordu?
her dolunayda dua ettiğim hâlde endymion benim sesimi neden duymuyordu?
bugün son kez dolunayda dua edecektim.
güneşe dua etmek istemiyordum.. çünkü güneş aşkın düşmanıydı. savaş tanrısı ares ve aphrodite'in diğer tanrılara rezil olması güneşin suçuydu. güneşin merhameti yoktu.. onun lavları duygularını da yakmıştı.
hades'e dua etmek isterdim. eğer tae'm ölü olsaydı ölüler ülkesine gider tanrı hades ile tanrıça persephone önünde eğilip onu bana vermelerini isterdim. konu aşk olduğunda onlar oldukça merhametliydi..
fakat benim aşkım uyuyordu.
koltuğumdan kalkmış yavaşça balkonuma ilerlemiştim. bugün sondu, yalvarışlarım, bekleyişim, tanrılara inancım. tae yokken ne anlamı vardı ki? bugün son kez dua edecektim, eski veya yeni beni duyan tanrıların hepsine.
zeus hariç..
her gün tanrılara yalvaran odysseus’u sekiz yıl sonra duymuştu zeus. dokuz yıl olmuştu ama benim dualarıma cevap vermiyordu.
benim aşkım diğerlerinden daha mı değersizdi gözünde? benim ve tae'nin aeneas ve dido'dan bir farkı yoktu. benim aşkımı da halk kabul etmiyordu ve rezalet diyordu ismimim geçtiği yerde. benim de mi kendimi yakmam gerekiyordu aşkıma kavuşmak için?
yoksa ben gerçekten imkansız aşk için mi yaratılmıştım?
bunların cevaplarını bugün öğrenecektim.
1/2
ŞİMDİ OKUDUĞUN
impossible ꔷ taekook
Short Storykıbrıs'ta yaşayan insanların dilinde tek bir dedikodu dolaşıyordu bu günlerde. "jeongguk kendisi için ideal adamı arıyormuş. onu bulamadığı için, bir adamda aradığı bütün nitelikleri yansıtan bir heykel yapmış."