hayat, güçlü ve zayıfların oluşturduğu o kalın çizgiyle ikiye ayrılıyordu.
+
Başımı dik tutup, "Buyurun efendim." diye söylediğimde bana bakan gözleri karanlık bir tonla aydınlandı. Bakışlarının içinden geçen o cümleler kulağımda yankılanıyordu sanki.
'Biz güçlüyüz.'
"Çocuğu içeri alabilirsin." dediğinde kafamı eğip onayladım ve odadan çıkıp, büyük ihtimal neden burada olduğunu dahi bilmeyen çocuğun yanına ilerledim. Bileklerindeki kelepçeler yüzünden yüzünü ekşitiyor, arada bir etrafına korkak bakışlar atıyordu.
Zayıf olduğunu biliyordu ve tek korkusu buydu.
Dünyanın zayıf-güçlü diye ayrılan büyük kesiminden birinde yaşamak ve benim gibi güçlülere boyun eğmek zorunda olmak, herkes için zordu.
"Seni çağırıyorlar." diyerek onun korkak bakışlarını kendime çekebilmiş, sert bir ifadeye sahip olan yüzümü değiştirmemek için zor durmuştum.
"Kimler?" dediğinde çoktan ayağı kalmış, kolunu tutmama ve onu süreklememe izin vermişti. Onun sorusuna omuz silkip, "Güçlüler." diye cevap verdim.
"Peki neden buradayım?"
Soru sorarken bile etrafına bakınıp duruyor, sesinin kısık çıkmasına özen gösteriyordu.
"Çünkü özelsin." diye cevap verdiğimde kaşlarını çattı.
"Eğer özel olsaydım güzel bir karşılama yapardınız ama bu durum sadece korkutucu."
Dayanamayıp gülümsedim ve yüz ifademi eskisi haline getirebilmek için kafamı iki yana salladım. "İmkanlar bu kadarına yetti, üzgünüm."
Gözleri kendi bileklerinde dolaştı, aynı zamanda onu sürüklediğim için tökezleyip duruyordu. "Bu kelepçeler niye var? Onlara zarar verebilirim diye mi?"
Omuz silktim. "Kendini daha zayıf hissetmen için."
Birkaç saniye konuşmamış olsa da kapının önüne geldiğimizde adımlarını durdurmuş, benim de durup bakışlarımı ona yöneltmeme neden olmuştu. "Neden beni çağırdılar?"
Kaşlarımı havaya kaldırdım. "Onlar sana çoğu şeyi anlatır."
Gözlerini kıstı. "Neden her şeyi değil?" diye sorduğunda tekrar omuz silktim; "Çünkü koz olarak kullanacaklarını sadece kendilerine saklarlar."
Soruları bittiğinde birkaç adım daha atıp kapının önüne geldik ve kapıyı tıklatıp onay bekledim. Çocuğu içeri yollarken, onunla birlikte içeri girecek olan görevliyi durdurup, "Bugün ben girebilir miyim?" diye sordum. Kaşlarını çattı. "Bugün benim sıram, Jimin."
"Çocuk korkuyor ve sen onu daha çok korkutmaktan başka bir işe yaramazsın Taehyung."
Omuz silkti. "Pekala, sen geç."
İznimi aldığımda odaya girdim ve çocuğun oturduğu koltuğun hemen yanında, buraya birisi geldiğinde her yaptığım gibi, olacak bir kavgayı önlemek için ayakta öylece dikildim.
Patron, "Jungkook Jeon." diye mırıldandığında, çocuk yerinde dikleşip, "Evet, benim." dedi. Sesinden bile belli olan bir endişesi vardı bu yüzden bakışlarımı ona dikmiş, koruma içgüdüsüyle dolup taşmıştım.
"Gerçek ailen hakkında bir şey bilmediğini öğrendim, bu gerçekten böyle mi?"
Jungkook kafa salladı, patron devam etti. "11 yaşına kadar yetimhanede büyümüş, 11 yaşından sonra yetimhanenin müdiresi tarafından evlat alınmışsın. Müdire senin ailen hakkında sana bir şey anlattı mı?"
Jungkook yutkundu, elimde olsa onun yanına gidip korkmamasıyla alakalı birkaç saçma sapan cümle sıralardım ama, biliyorsunuz işte, zayıftım ve tek bir bakışıyla bile beni yapacaklarımdan vazgeçirebilecek bir güçlü tam karşımda iken yapamazdım.
"Annem, yetimhanedeki çocukları kontrol etmek için bahçeye inerken beni terk edilmiş bir şekilde kapıda bulduğunu söylemişti. Henüz 2 yaşındaydım bu yüzden ben de bir şey hatırlamıyorum."
Patron kafasını salladı ve bana baktı. "Misafirimizi kalacağı yere kadar götür, Jimin."
Kafamı eğip bunu onayladım ve Jungkook'u kolundan tutup odadan çıkardım. Gelirken olduğu gibi yeniden tökezleyip durdu ama sorularını dizmekten çekinmemişti.
"Burada mı kalacağım?"
Kafa salladım. "Burada kalacaksın."
Oflayarak kafasını iki yana salladı. "Annem beni merak edecek."
Kaşlarımı çattım. "Müdireden mi bahsediyorsun?"
"Evet, ona anne diyorum."
Elimdeki anahtarlarla odanın kapısını açıp onu içeri soktuktan sonra, "Burada olduğunu biliyor." diye açıkladım. Gözlerini büyütüp onu yönlendirdiğim koltuğa otururken, "Eğer o güçlü, annem ile iletişime geçebiliyorsa neden beni yanına almak istedi ki?" diye sordu. "Ben hiçbir şey hatırlamıyorum bile."
Bilmediğimi anlatmak için omuz silktim ve masada duran suyu onun dudaklarına doğru uzattım. Suyu içerken sessiz olsa da bardağı ağzından çektiğim an yeniden konuşmaya başlamıştı.
"Bildiğini biliyorum." dediğinde kıkırdadım; "Biliyor olsam ne değişir? Anlatamam sana."
Ofladı, yüzü çoktan düşmüştü. Resmen bir çocuk gibiydi bu yüzden ona kıyamayıp, "Ailenden birisinin güçlü olduğunu düşünüyorlar." diye açıkladım. Kaşlarını çatıp, "Ne?" dedi. "Nasıl yani?"
Kelepçesini çıkarıp odanın kapısına doğru ilerlerken gülümsedim. "Elbet öğrenirsin." deyip odadan çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the strong and the weak ; jikook
Fanfichayat, güçlü ve zayıfların oluşturduğu o kalın çizgiyle ikiye ayrılıyordu.