Bölüm şarkısı: Tom Odell - Heal
Buz mavisi gözleri yumuşak bakışlarla yüzümde geziniyordu, ben de bu fırsattan yararlanarak ilk anda aklıma gelmeyen bir şey yapıp Uzay’ı incelemeye başladım. Kaslı bir vücudu vardı ve boyu oldukça uzundu. Saçları dağınık, uzun ve kahverenginin en güzel tonundaydı; çikolata kahvesi. Kemikli çenesi ve çıkık elmacık kemikleri ona sert bir görüntü katsa da saçlarının yarattığı o sevimli havayı yok edemiyordu. Birkaç adım atıp yanıma geldi, tam karşımda durarak ellerini omuzlarıma koydu - bunu yaparken aramızdaki boy farkı fazlasıyla ortaya çıktı - ve gözlerimiz buluştu. Yüzünde hüzünlü bir gülümseme belirirken derin bir nefes aldı.
“Üzgünüm. Sana bağırmak istememiştim ama bilirsin, herkesin tahammül edemediği şeyler vardır.”
Söylediği, kesinlikle bilmem gereken bir şeymiş gibi konuşmuştu. Sanki bu bilimsel bir gerçekti ve bilmeyen yoktu, benim dışımda.
“Hayır, bilmem.”
Omuzlarımdaki ellerini itip birkaç adım geri çıktım ve sırtımı aynalı dolabın kapağına yaslayarak yere çöktüm. Başımı, karnıma çektiğim dizlerimin arasına koydum ve ellerimle bacaklarımı sardım.
“Aslına bakarsan hiçbir şey bilmem. Adının Uzay olduğu, benim adımın Derin olduğu, şu anda senin evinde olduğumuz gibi birkaç bilgi ve içimdeki bu lanet kaybolmuşluk hissinden başka hiçbir şey bilmem.”
Sesim, başım dizlerimin arasında olduğu için boğuk çıkmıştı fakat Uzay dediklerimi gayet net anlamış gibi onaylar bir ses çıkardı. Adım sesleri tam yanımda durdu ve hemen ardından omzuma değen kolu irkilmeme sebep oldu. Göz pınarlarımın çalışmaya başladığını hissettim. Bu kadar duygusal biri olamazdım, değil mi? Tamam, içimdeki bu his görmezden gelinecek boyutta değildi fakat yine de bir çocuk gibi daha birkaç dakikadır uyanık olmama rağmen ağlamayacaktım. Çocuk demişken, kaç yaşında olduğum gibi önemli bir bilgi de benimle ilgili diğer birçok şey gibi kayıplara karışmıştı. Başımı kaldırdım ve Uzay’a dönerek donuk bakışlarımı gözlerine sabitledim.
“Kaç yaşında olduğum hakkında bile en ufak bir fikrim yok .”
Acınası cümlem ağzımdan çıkar çıkmaz sesimin titrediğini fark ettim ve konuştuğuma pişman oldum. Göz yaşlarımı durdurabilmek için artık yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Konuşmaya hazırlanan Uzay, bir anda ağlamaya başlamamla kaskatı kesildi. Ne yapacağını şaşırdığı gözlerinden belli oluyordu fakat bu şaşkınlık anı sadece bir saniye sürdü. Ben sarsılarak ağlamaya başlayınca kolunu omzuma dolayıp beni kendisine çekti ve başımı omzuna yasladı. Tişörtü göz yaşlarım yüzünden renk değiştirip koyulaşırken tek yaptığı, bana sımsıkı sarılıp saçlarımı okşamaktı. Bir şeyler mırıldanıyordu fakat o kadar yüksek sesle ağlıyordum ki söylediklerini kendisinin anlaması bile imkansızdı. Nihayet ağlamam hız kestiğinde - küçük hıçkırıklara ve durduramadığım göz yaşlarına dönüştüğünde – çenesini başımın üstüne yaslamış ve hala bana sarılı duruyordu.
“Kaç yaşında olduğunu ben de bilmiyorum ama benim bir tahminim var.”
Çenesini başımın üstünden çekip benden biraz uzaklaştı ve eliyle çenemi kibarca tutup yüzüne bakmamı sağladı.
“Bence sen 18 yaşında büyük olamazsın. Öyle olsaydın ailen senin güzellik yarışmalarına katılmana engel olamazdı.”
Yüzünde alaycı bir ifade belirdi ve gözlerini kısarak kocaman gülümsedi.
“Ve eğer 18’inden büyük olsaydın seninle başka türlü tanıştırdık.”
Sözlerinin ne anlama geldiğini kavradığımda ben de elimde olmadan gülümsedim. Beni güzel bulduğunu söylemişti ama başımı çevirip aynadaki yansımama baktığımda bunu bana moral vermek için söylediğini doğrulamış oldum. Ağlamadan önceki halimle karşılaştırıldığımda tamamen dağılmış haldeydim. Kesinlikle moral vermek için söylemişti.
“Şişmiş gözlerim de öyle düşünüyordu zaten.”
Kocaman gülümsemesi yerini kısa bir kahkahaya bırakırken benim cılız gülümsemem ise onun kahkahası karşısında yerini daha büyük bir gülümsemeye bıraktı. Tanrım, gerçekten çok yakışıklıydı. Çenemdeki elini çekti ve ayağa kalktı. Hemen ardından elini kalkmam için bana uzatınca eline boş boş baktım.
“Şiş gözler kendi kendine inmiyor, güzellik.”
Uzattığı elini önümde sallayarak dikkatimi tekrar eline çekti ve kalkmama yardım etti. Kapıyı açıp önden çıkarken elimi bırakması garip hissetmeme neden oldu. Peşinden odadan çıkınca hemen solumda kalan kapının önünde durduğunu gördüm. Kaşlarımı sorarcasına kaldırınca kapıyı açtı ve eliyle geçmemi işaret ettiği sırada “Banyo yapmanın iyi geleceğini düşünmüştüm.” dedi. Minnettar bakışlarım önce gözlerinde durakladı, sonra banyoyu incelemeye başladım. Geniş bir mekandı ve küvetin yanında benim için olduğunu düşündüğüm temiz havlular asılıydı. Eliyle omzumu hafifçe sıkarak gülümsedi ve “Keyfine bak, bir şeye ihtiyacın olursa ben hemen dışarıdayım. Seslenmen yeter.” dedi. Tam arkasını dönüp çıkacakken “Teşekkürler, her şey için.” dedim.