o akşamüstü eve gelince "neden okula gitmedin?" diye sordu annem. sesindeki bıkkınlığı sezebiliyordum, sanırım benim de bıktığım gibi benden bıkmıştı. bir şey söylememi bekliyordu ama sustum, ısrarla beklemeye devam etti ve bu sinirimi bozmuştu çünkü kendimi açıklamaya çalışıp anlaşılmamaktan yorulmuştum. "hiç." deyiverdim. gerçeği söylemek istemiyordum. yaşamımı sürdürmek için herhangi bir heves duymadığımı, o sabah yaşıtlarım okuldayken evde ne yaptığımı söylemek istemiyordum.
o sabah annem işte, iki abim okuldalardı ve ben evde, kendimi asmayı denemiştim.
on yaşındaydım ve sürekli intiharı düşünüyordum, öyle ki her yere taşıdığım bir parçammış gibi hissetmeye başlamıştım. üstüme çöküyor, beni asla yalnız bırakmıyor ve benimle konuşuyordu.
en kesin yöntemi arıyor ve planlar yapıp duruyordum. tabii o mayıs ayı hap içip hastaneye kaldırılmamdan önce kimsenin bundan haberi olmamıştı, akıllarının ucundan bile geçmemişti çünkü bu on yaşında bir kız çocuğundan bekleyeceğiniz bir şey değildi. gerçi annem hep bunun farkındaydı, yalnızca umursamamayı tercih ediyordu, belki de başa çıkmayı denemek onun için korkutucuydu. yine de en azından bir kez ağlamasını ve hastane odasında sık sık beni yalnız bırakıp sevgilisine gitmemesini isterdim.
hastane boğucuydu. camınızdan kendinizi atmayı düşündürecek kadar boğucuydu. yemekler berbattı, odada can sıkıntızı engelleyebilecek tek şey yatağınızın ucuna koydukları küçük bir televizyondu, onda da yalnızca birkaç kanal vardı ve izleyecek neredeyse hiçbir şey yoktu. tabii ben bunu pek umursamadım, o sıralar fazla meşguldüm. genellikle kusardım, kusmazsam uyur, uyumazsam da boş boş beyaz duvarlara gözlerimi diker, kolumu hareket ettirince serumla karışan kanımı izlerdim.
ciddi olan üç, olmayan yaklaşık on tane intihar teşebbüsüm olmuştu.
kendimi asmaya çalışmam ise ciddi olmayanlardandı.
o sabah önce bir ip aramıştım. pek bir şey yoktu, yedi-sekiz yaşlarımdan kalma atlama ipim dışında işe yarar hiçbir şey. küçükken atlamak için kullandığım bu ipi üç yıl sonra kendimi asmak için kullanacağım kimin aklına gelirdi ki.
o sabah başarılı olamamamın iki sebebi vardı:
birincisi, düğüm atmayı bilmezdim. özellikle de boynumu sıkı sıkıya sarıp nefesimi kesmesi gereken bir düğümün nasıl olması gerektiğini ve öyle bir düğümü nasıl atacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.
ikincisi ise ipi bağlayacak bir yer bulamamış olmamdı. bahçedeki ağaçlardan birini kullanmayı düşündüm ama ya dalları kırılgandı ya da fazla yükseklerdeydiler. zaten ben düğümü oraya atıp boynumu geçirene ve kendimi bırakana kadar mutlaka birisi beni görürdü. böyle bir şeyi yaparsam şengül teyze, yani yan komşumuz, ne düşünürdü çok merak ettim.
o gün kendime çok acımıştım. ölmek neden bu kadar zordu? belki de değildi, sadece ben yetersiz ve beceriksizdim.
sonunda vazgeçip elimdeki atlama ipini boğazıma dolayıp yere uzandım. intiharın sesini tekrar duyabiliyordum, azarlayıp aşağılıyordu. intiharın babama benzediğini düşündüm.
kirli halıda yatarken kendimi yorgun ve üzgün hissettim. uzun süredir banyo yapmadığımdan muhtemelen halıdan daha kirliydim, bunu düşününce daha da yorgun ve üzgün hissetmiştim kendimi. asıl kirli olan şeyin bedenim değil, ruhum olduğunu düşündüm.
ruhumu içimden söküp atmak istiyordum.