Genç kızın mavinin her tonunu barındıran saçları rüzgarla bağımsızlığını ilan ediyordu. Kız gözlerinden yaşlar akarak koşmaya devam etti,bir yandan bağırıyordu. ''Neredesin?'' Bağırışları karşılıksız kalıyordu. Ormanın içerisinde nereye gittiğini bilmeden koşuyor, bağırıyordu. Kimi aradığını o da bilmiyordu, sadece birini görmüştü. Yalnızdı,korkuyordu ve nerede olduğunu da bilmiyordu. Durdu ve etrafında döndü, artık hıçkırmasa da göz yaşları durmuyordu kızın.
Deniz kokusu alıyordu, dalgaların kıyıya çarpma sesi rüzgarla kulağına taşınıyordu. Burnunu çekti ve sese doğru yürümeye baŞladı kız, koşmaktan yorulmuştu. Sesler bir uçurumun altından geliyordu, uçsuz bucaksız asi bir deniz ve yılmadan çarptığı uçurum.
Uçurumun kenarındaki kayalıklarda birisi oturuyordu, ipekten elbisesi onu uçabilecek kadar hafif gösteriyordu, mavinin her tonuna sahip gözleriyle aynı renk olan saçları rüzgarla taranıyordu. Beyaz teni bir porselen bebek kadar cansız,kuruydu. Kız, bunu gördüğünde olacakları tahmin etmişti. ''Sen...'' Güçsüzce fısıldadı, sanki bütün acıları bu sözcükte gizliydi.
Uçurumun kenarındaki kız ruhsuzca güldü, gülümsemek onu deli gibi gösteriyordu. ''Tanıyabildin mi?'' Kelimelerinden alay akıyordu. Kız, kelimeyi tatmış gibi damağında acı bir tat duyumsadı. ''Evet,'' Kendisi bile söylediğinden emin değildi,o kadar sessizce mırıldanmıştı ki. Uçurumun kenarındaki kahkaha attı.
''İnsan kendisini nasıl tanımasın zaten, değil mi?'' Kahkaha atmaya devam ediyordu, deli kahkaları kızın kulağında çınlamaya başlamıştı. ''Hayır!'' Kız bağırdı ve kafasını hızla iki yana sallamaya başladı. ''Sen ben değilsin!'' Uçurumdaki kız göz açıp kapayıncaya kadar yanına gelmişti, kahkaha atmıyordu ve ölümcül bir güzelliği vardı şuan.
''Aslında haklısın ben sen değilim, yani kısmen.'' Kıza ve kızla aynı olan kendisine bakıp gülümsedi. ''Bana angelus mortis, diyebilirsin yani ölüm meleği.'' Kız, ölüm meleğinin gözlerinin içine baktı. Anılarını onun gözünden izleyebiliyordu, fotoğraf karesi gibi anlar hızlıca gelip geçiyordu. Kızın gözleri doldu ve aralarındaki mesafeyi biraz açtı. ''Bunu bana neden yapıyorsun?'' Soğuktan ve çiseleyen yağmurdan dolayı titreyen vücudu gibi kelimeleri de titrekçe çıkmıştı.
Angelus mortis gülümsedi, yine deli gibi görünüyordu. Kızın kolunu tuttu ve sertçe kendine doğru çekti, kızın göz yaşlarıyla ıslanmış gözünü kendi gözlerine hapsetti. Kız gözlerini istese de kaçıramıyordu, tüm bunları izlemek bütün yaralarını aynı anda açıyor ve daha da derinine işletiyordu. ''Görüyor musun?'' Melek fısıldadı.
''Bize neler yaptıklarını görüyor musun ?!''Melek bağırdığında kız korkuyla sıçradı. ''Artık taşıyamıyorum, sen tüm acılarını unuttun sansan da onlar bende günden güne büyümeye devam ediyor.'' Ölüm meleğinin gözlerinden kan akıyordu, ipek elbisesi saniyeler içinde büyüyen kırmızı lekelerle dolmaya başlamıştı. Kız da hıçkırarak ağlamaya başlamıştı, onun da canı acıyordu.
''Sen!'' Melek kıza bağırdı, gözleri artık mavi değil kan kırmızısıydı. ''Bunların hepsi senin yüzünden!'' Kız da bağırdı. ''Ben hiçbir şey yapmadım!'' Dalgalar daha sert vuruyor, kızın kulakları uğulduyordu. ''Yaşıyorsun, bana bu acıyı sen çektiriyorsun.'' Melek oldukça normal bir ses tonuyla konuşmuştu, bütün o kanlar gitmişti. Yağmur gözle görülemeyecek kadar hızla yağıyor ve gök gürlüyordu.
''Ben de sıkıldım, istemiyorum yaşamak.'' Kız fısıldamıştı, artık hiçbir şeye gücü yetmiyordu. Tüm o acılar ona ağır gelmeye başlamıştı, hepsi birikmiş birikmiş ve etrafını sarmıştı. Şimdi kalbi karşısına dikilmiş, somut bir şekilde duruyordu resmen. ''Bunun için daha fazla endişe etme.'' Melek, korkunç ama güven verici bir gülümsemeyle kendine bakıyordu.
''Ne? Bu da ne demek ?'' Kızın kafası karışmıştı. Melek ise gülümsüyordu, en mutlu anı bu an gibiydi. ''Mutlu, özgür olacaksın. Ben de özgür olacağım.'' Melek konuşurken kız gerilemeye başlamıştı. ''Sen nesin?'' Sorusuna karşı melek kahkaha attı. ''Ben senin bütün acıların, düşüncelerin ve hayatınım. Ben senim.'' Kız yutkundu, uçurumun kenarındaydı şuan.
''Nasıl özgür olacaksın, olacağım?'' Meleği oyalayıp kaçmak ve tekrar kasabaya dönmek istiyordu. Mutlu değildi, 5 yaşından sonra yaşadığı 16 yıl boyunca hiç güzel bir şey yaşamamıştı. Yalnızdı ve korkuyordu ama hayatında daha önce hiç bu kadar korkmamıştı. Yine onun gibi yalnız olan sokaklara, sokak hayvanlarının yanına dönmek istiyordu.
Melek hala gülümsüyordu.''Uçacağız, ruhumuzu özgür bırakacağız.'' Kız geldiğinde anladığı şeyi şuan iliklerine kadar hissediyordu, düşündükleri hayalden başka bir şey değildi. Yine de çabalamak istiyordu, o hep çabalamıştı. Sorun şuydu ki nasıl yapacağını bilmiyordu. ''Ben zaten özgürüm.'' Kendi söylediğine kendisi de inanmıyordu.
''Ama ben değilim!'' Melek bağırdı ve ateş saçan gözlerle kıza baktı. Birkaç saniye sonra eski haline dönmüştü. ''Olacağım.''Melek fısıldadı ve kız daha ne olduğunu anlayamadan ayakları boşluğu hissetti. Gözlerini kapattı ve özgür olmayı diledi, artık mutlu olacaktı. ''Mutluluk.'' Kendi kendine fısıldadı ve gülümsedi. Dünyada son izleriydi bunlar.
O gün ve ondan sonraki günler sokaklar yalnız kalmaya devam etti, sokak hayvanları her gün yem almaya alışık oldukları kızı bulamayınca şaşırsalar da birkaç dakika sonra unuttular. İşte, mavi gözlü ve mavi saçlı kız hiç var olmamış, öyle biri yaşamamıştı. Ve o gün, o uçurum, o deniz, o toprak hiç var olmamış birinin intiharına tanıklık etmişlerdi. Hepsi bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölümler
Short StoryHer biri farklı bir ölümü anlatacaktır. Hayır ünlü insanların ölümü filan değil, kendi kurgularımdır. Telif hakkı çantamın içinde saklıdır.