Kendi halinde , sıradan bir hayat sürerdi Park Jimin. Yaşadığı şehrin griliğine karşın rengarenk bir ruhu vardı. Çoğu zaman o ruhtaki renklerin yansımasını saçlarında görebilirdiniz.
Üniversite ikinci sınıf öğrencisi ve hocalarının gözdesi olan biriydi. Buna rağmen onu okulda çok fazla kişi tanımazdı ve bırakın sohbet etmeyi herhangi birinden selam bile alamazdı Jimin. Gölgelerde bir hayat sürerdi . Sessiz , sakin ve huzurlu.
Fakat Jimin'in hayatında öyle biri vardı ki hayatına nasıl girdiğine dair herhangi bir fikir yürütemezdiniz.
Okulun altın çocuğu, futbol takımının kaptanı , okuldaki müzik grubunun solisti ve başarılı bir dansçı. Jeon altın Jungkook...Bir gün merdivenlerden inerken ayağı takılıp Jeon'un üstüne yuvarlan-
mıştı.Size klişe gelebilir ama Jimin ve onun hikayesi içinde pembe düşler ve bolca kalp bulunduran hikayelere yol açan klişeleri severdi ve henüz yüzüne bakalı iki saniye olmamıştı ki Jimin'in kalbi maratona hazırlanıyor gibiydi. Bu ne de olsa Jeon Jungkook etkisiydi ve zavallı Jimin gölgesinde bile altın çocuğun parlaklığından nasibini almıştı.Gizli gizli kütüphanede buluşmalar, Jeon'un onu gizlice bodrum kattaki temizlik odasına çekmesi, hiç kimsenin görmediği yerlerde serçe parmakları kavuşturmalar bu hikâyenin iyi ve aşk dolu olduğunu düşünmemize yeterdi.
Fakat bazı şeyler düşündüğümüz gibi değildi. Jeon'un Jimin'i hep gölgelerde saklaması, hiç kimseye ondan bahsetmemesi ve okulda sevişmek dışında tamamen onu görmezden gelmesi bu ilişkiden şüphe etmemiz için yeterliydi. Halbuki Jimin minicik kalbini çoktan Jungkook'a kaptırmıştı.
Hatta ona baş başa kaldıklarında "Jungoo" diye seslenmeyi çok seviyordu. Böyle seslenirken dolgun dudakları öne doğru büzülüyor ve hemen Jeon'un kıskacına yakalanıyor,ardından da bu işin sonu yatakta bitiyordu.
🐥🐇Dün akşam ben hiç uyuyamadım diye bağıran gözleri ve ayağındaki biri başka öteki başka ayakkabılarla saat dokuz dersine yetişmek için son hızla koşuyordu. Dersin öğretmeni kendisinden sonra geleni derse alırdı almasına ama yoklama kağıdına imza atmasına izin vermez ve espri yaptığında, azarladığında kullandığı aynı ses tonu ile insanları iğnelemekten zevk alırdı. Minik Jimin fazlasıyla utangaç biri olduğu için ışıkların birkaç saniyede olsa üzerinde durmasını göze alamaz hele ki Jungkook da ordayken kıpkırmızı olmayı hayatta istemezdi.
Amfiden içeri girip sınıfına giden merdivenleri ikişer ikişer çıktığında sınıf kapısının hala daha açık olduğunu gördü. Bu güzel haberdi, demek ki öğretmeni henüz gelmemişti. Durup bir iki dakika soluklandıktan sonra nefesini düzene sokmaya çalışarak sınıftan içeri girdi. Çoğu öğrenci sınıftaki yerlerini almıştı ve görünen oydu ki bugün dersi arka sıralardan takip edecekti.
Jungkook sabah erkenden yanağına bir öpücük kondurarak yanından ayrılmıştı. Şimdi sınıfta olması gerekiyordu. Arka taraflara doğru gitmek için basamakları çıkarken göz ucuyla sevgilisini görmek için çaktırmadan etrafa bakmaya çalışıyordu. Onu orta sıralarda kendi arkadaş grubuyla birlikte gülüşürken gördü. Okulun altın çocuğu lakabına yaraşır bir biçimde herkesin içinde altın gibi parlıyordu ve ondan aşağı kalmayan arkadaşları da tabloyu tamamlıyordu.
Jungkook'u bulduktan sonra kafasını çevirdi ve yer aramaya başladı. O sırada kulağına birkaç fısıltı ve kıkırdamalar ilişti. Takmayıp ilerlemeye devam etti fakat gittikçe kahkaya dönen kıkırdamalar onu iyice meraklandırdı. Arkasını döndüğünde Jungkook'un arkadaş grubundan birkaç kişinin (ki içlerinde Jungkook'u ondan deli gibi kıskandığı ama Jungkook'dan çekindiği için belli edemediği Seul Bi de vardı) ayaklarına bakarak güldüğünü gördü. Aşağıya doğru bakıp neye güldüklerini görmek isterken sağ ve sol ayaklarındaki farklı ayakkabılarını gördü. O an baştan aşağıya kıpkırmızı kesildi. Kafasını kaldırıp Jungkook'un tepkisini görmek isteyince artık kırmızıdan bordoya döndüğüne yeminler edilebilirdi. Jungkook'un gözlerindeki bakışı tam olarak çözememişti. Hafif bir iğrenme mi yoksa utanma mı anlayamamıştı.
Güçlükle arkasını döndü ve o sırada gördüğü boş yere kendini attı. Şansına arka sırada bir yerdeydi ki kimse onu göremeyecekti. Kalbinin kırılmasını engellemeye çalıştı ama çok da başarılı olabildiği söylenemezdi.
O sırada telefonuna mesaj geldi. Bunu titreşimdeki telefondan anlayabilmişti. Parmak izini okuttuktan sonra mesajlara tıkladı ve şifresini girdi. Mesajlara şifre koymasını Jungkook istemişti. Nedenini sorduğunda ise fazla sorgulamaması gerektiğini ve öyle olması gerektiğini sert bir şekilde ifade etmişti. Şifreyi girdikten sonra mesajın Jungkook'tan geldiğini gördü. Mesajın üstüne tıklayınca ekrana çıkan metinde yazan şeyler kırılmış olan kalbini darmadağın etti.
"Kaç defa daha sana düzenli olmanı söyleyeceğim? Pasaklı bir şekilde okula gelmekten vazgeç. Kendini küçük düşürüyorsun ve ben sinirleniyorum."
Elleri hafif bir şekilde titremeye başlamıştı. Gözlerinin dolmasını engellemeye çalıştı. Jungkook titiz bir insandı, bunu biliyordu. Her zaman düzgün bir şekilde giyinir ,başına taktığı şapkadan ayakkabısına kadar düzenli ve temiz olmaya özen gösterirdi. Jimin ise tam tersiydi. Pis biri olduğunu söyleyemezdiniz ama dağınık olmayı sevdiğini her fırsatta Jungkook'a karşı dile getirirdi.
Şimdi Jungkook'un ona kızmış olmasında haklı olduğunu düşünüyordu. Okula ayakkabıları farklı bir şekilde gelmek büyük bir dikkatsizlik hatasıydı. Dersin sonuna doğru bozuk bir moral ve kırık bir kalple ancak gelebilmişti. Hocanın dersiniz bitti lafından sonra hiç beklemeden çantasını da alıp bodrum kata doğru gitmeye başladı. Genelde buraya Jungkook'la sevişmeye gelirdi ama bu defa yapacağı şey bol gözyaşı barındıracak gibi gözüküyordu.
Kapıyı açıp içeri girdikten sonra kapının önüne kenardaki koltuğu çekti ve olası bir ağlama seansında onu bölebilecek davetsiz misafirleri engellemeye çalıştı. Bunu da Jungkook'dan öğrenmişti. Altın çocuk Jimin'in hayatına bir çok parıltısını bırakmıştı .
Dersin ortasında aniden dışarı çıkan Jungkook'u merak ediyordu. Bu davranış altın çocuğa tersti. Ona mesaj atmak için telefonunu çıkarayım derken telefonu yere düşürdü. Sakarlığına sinir olup telefonun düştüğü yere eğilirken yerdeki hediye paketi dikkatini çekti. Büyük ihtimalle bir başkasının olmalıydı zira kendisi en son sekiz yaşında en yakın arkadaşından hediye almıştı . Yine de merakına engel olamadı . Bu odayı onlardan başka kullanan biri var mıydı diye düşünmeye çalıştı ama birilerini de görmediğine emin gibiydi . Çünkü ne zaman bu odaya gelseler odayı bıraktıkları gibi bulurlardı.
Eğilip kutuyu eline aldı ve evirip çevirmeye başladı. İçindeki şey her ne ise bir ileri geri gidiyordu. Mor hediye kağıdının üstünde altın renginde bir kurdele vardı .Fazla merak kediyi öldürür derler ama ne yaparsınız bizim Jimin kedi olmaktan ziyade bir civcive benziyordu ve merakının iradesini yenmesine karar verdi.
Kurdeleyi çözüp kenara koydu ve kutunun kapağını kaldırdı. İçinde gördüğü şey bir çift beyaz spor ayakkabıdan başka bir şey değildi. Şaşkınlıkla ayakkabının tekini eline aldı ve incelemeye başladı. Bilindik bir markanın gereksiz pahalı bir ürünüydü. Ayakkabıyı yerine koyacakken altındaki kağıdı farketti. Eline aldığında bunun bir not olduğunu gördü.
"O ayakkabıları ayağından çıkar ve bunları giy.Bunlar ayağında çok daha güzel duracaktır.
-Kook"Gerçekten bu ayakkabıları Jungkook onun için mi almıştı? Dersi yarıda bırakıp çıkmasının nedeni bu muydu? Fakat o kendisinden utandığını düşünmüştü, yoksa yanılmış mıydı?
O düşüncelere dalmışken kapıdan bir ses geldi. Biri kapıyı açmaya çalışıyordu. O kapının arkasındaki kişiyi tahmin edebiliyordu. Buraya yalnız ikisi gelirdi. Biliyordu ki Jungkook asla karşılıksız bir şey yapmazdı. Verdiğini almayı severdi ve görünen oydu ki almak için gelmişti.
Yeni bir hikayeye başladım💃💃💃
Umarım beğenirsiniz. Diğer bölümde görüşmek üzere 👐👐👐