Bir pazar sabahı beyazlara bürünmüş yeryüzünün ve mutluluk saçan gökyüzünün güzelliğiyle uyanmıştım. Perdeyi biraz araladım dışarda onca güzellik varken benim senden başkasını görmemem farklı veya saçmalık olduğunu anlar gibiydim. Derin bir nefes aldım senin aldığın gömleği giydim ,ördüğün kaşkolü boynuma attım ve dısardaki güzellikleri kaçırmamak için seni ilk gördüğüm cafeye dogru yürümeye basladım. Belki de bugùnde ordasındır diye bir umut ya cafenin camları buğulanmıştı ,kapıyı açtığımda sıcacık poğacaların kokusu burnuma gelmisti. Etrafıma bakındım sen yoktun ne tesadüfki bizim şarkımız çalıyordu. Her zaman oturduğumuz masaya oturup ,iki çay ve bir kac poğaça sòyledim ,yokluğunu hatırlayıp çayın birini geri çevirmek istedim ama senin yerinede icmeyi tercih ettim. Çayından bir yudum aldım ,değisik geldi sen çayı şekerli kahveyi sade severdin. Kışın gelmesini hiç istemezdin ,hasta olmamdan korkardın.
Bak şimdi kış geldi ,yeryüzü bembeyaz ,camlar buğulandı. Korkmuyormusun hasta olmamdan ,sahipsiz olduğumu biliyorsun (Garson geliyor).
-Bey efendi !
Uyuya kalmışım ,canımı acıtıyor sen değilde garsonun beni uyandırması. Camlar hala buğulu ,yokluğunda mevsimlerde sana aşık açmıyor güneş ,aydınlanmıyor dünya.