10

3.9K 319 186
                                    

Hayatım boyunca daima talihsiz olduğumu düşünmüş, her zaman diğerlerinden daha fazla belayla karşılaşmış olduğumu varsaymıştım. 8. sınıftayken okul birincisi olduğumda ve konuşma yapmak için kürsüye çıkmam gerektiğinde, heyecandan ayaklarımın birbirine dolanması ve yere düşmemle tüm okulun gülmesi talihsiz olduğuma dair verebileceğim en basit örneklerden biriydi, ya da 7. sınıfta hoşlandığım kıza açılmak için ona koridordaki pencere kenarında uzun ve romantik bir konuşma yaptığımda, bana dişimde yemek kaldığını ve bunun iğrenç olduğunu söyleyip gitmesi gibi. Bu tarz şeylere alışkındım.

Ancak bu kadarını ben bile beklemiyordum.

Çok sevgili Jeon Jungkook, bahçedeki bankların birinde okuldaki varlığından bile yeni haberim olduğundan emin olduğum Jung Yeeun ile oturmuş keyifli bir şekilde bir şeyler konuşurken, nasıl bu kadar talihsiz olabildiğimi düşünüyordum.

Ciddi ciddi kızı ben sanmış, hatta gidip kıza kendi hesabından mesaj atmıştı. Ne konuştuklarını ya da konuşmaya nasıl girdiğini hiç bilmiyordum ancak ikisinin de son derece keyifli görünen suratına bakılırsa, her şey oldukça yolunda gibiydi. Yeeun'un ben olmadığını konuştukça anlaması gerektiğini düşünüyordum ancak bunu da pek sorun ediyor gibi durmuyorlardı.
Belki de ben olmadığını fark etmişti ancak umursamamıştı. Sonuçta, Jungkook bir erkekti ve Yeeun oldukça güzeldi.

Ayrıca o bir kızdı.

Güzel gittiğini düşünmüştüm, onunla konuşmaktan gerçekten zevk alıyordum. Çoğu zaman canımı sıksa da yine de benimle konuşması beni içten içe mutlu ediyordu. Nihayetinde ondan hoşlanıyordum ve ondan gördüğüm en ufak ilgi kim olduğumu bilmese dahi hoşuma gidiyordu ancak görünüşe göre artık bu da ellerimden alınmıştı.

Ne bekliyordun ki Taehyung? Bu hayatta zaferle ayrıldığın bir savaşın oldu mu ki senin hiç?

Kafamı dolduran aptal düşünceleri engellemenin yolu sanki buymuş gibi alnıma vurdum ve önüme döndüm. Sıram pencere kenarındaydı ve tüm bahçeyi görüyordu. Aslında burada oturduğum için kendimi şanslı sayıyordum. 9. sınıfta bu sıraya rastgele oturmuştum, Jungkook'un sürekli bahçede takıldığını ve onu tüm gün kılımı kıpırdatmadan izleyebildiğimi fark ettiğimdeyse her sene okulun ilk günü sabahın 5'inde uyanır, erkenden okula gelip bu sırayı kapar olmuştum.

Aslında Jungkook'u bu kadar iyi izleyebilmek pek de iyi bir fikir değildi çünkü hiçbir zaman yalnız olmuyordu; ya birileriyle basketbol oynuyordu(ki bu iyi ihtimaldi), ya da kızlarla kenarda köşede nöbetçi öğretmen görürse başının derde gireceği şekillerde fingirdeşiyordu. Tabi kızlarla fingirdeşmesi genellikle anatomi dersi çalışmalarına başlamalarıyla son buluyordu ve bunu izlemekse benim için yalnızca acı vericiydi. Ancak, yine de Jungkook'u birilerinin boynunu emerken görmek hiç görmemekten daha iyiydi.

Yıkık.

Tam da bu sebepten Jungkook'u Yeeun denen kızla görmek benim için aşırı şaşırtıcı veya aşırı üzücü değildi, çünkü alışkındım.

Yıkık. Yıkıksın oğlum sen.

Tahtada yazılı olan, bir yerlerden anımsadığım ancak yine de pek anlam veremediğim fizik formüllerinde gezdirdim gözlerimi. Ders boyunca uyumuştum. Aslında çalışkan bir öğrenci sayılırdım ve dersi de çoğu zaman dinlemeye çalışırdım ancak sınavları çok zor yaptıklarından notlarım artık pek de yüksek değildi.

Çalışmak istediğim için değil çalışmak zorunda olduğum için çalışıyordum. Ne tanrı vergisi harika bir sesim vardı ne de paraya dökebileceğim başka bir yeteneğim. Eh, zengin bir aileye de sahip değildim. Babam zengin bir iş adamı değildi ve işlerin başına geçmem için okulu bitirmemi beklemiyordu; ya da aile üyelerim onları sinirlendirecek bir şeyler yaptığımda beni yarın ilk uçakla İngiltere'deki zengin halamın yanına göndermekle tehdit etmiyorlardı.

prettier || taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin