1

649 43 127
                                    


"isteğimiz ölümsüz olmak değil, bir anda anlamını yitiren davranışlardan ve nesnelerden uzak olmak. etrafımızı saran boşluk ancak o zaman belirginleşir."

—antoine de saint-exupéry,

gece uçuşu

20 Haziran 2013

Bu sikik notları yazmama sebep olan, olmuş, olmaya meyilli ve kararlı her bir şey ve kişiden tüm yüreğimle nefret ediyorum.

Evet, Albay'dan bahsediyorum. Kızacak küfür etmeme ve özellikle hoş bir üslup kullanmamı söylediği hâlde onunla inatlaşmama devirecek gözlerini. Ona ilk satırları okutacağım yalnızca, buna da kızacak, eminim. Devirme şu cümleleri diyecek ve ben nasılsa onu gördüğüm ilk günden beri cümlelerime değin devrik olduğumu söyleyeceğim.

Kurgularımı bırakıyorum bir kenara çünkü ancak ve daima bir çelişkiden ibaret sözlerim. Jeon, benim sevgili küçüğüm kızmaz bana hiçbir zaman. En azından beraber devirdiğimiz, yine devirmeye dair eylemlere sarıldığımız bir hafta boyunca kızmadı. Bir hafta diyerek sayıların şu küçültücü acizliğine uğratmayı istemem elbette çünkü şu yedi gün, yirmi beş yıllık yaşamıma bedel olmuştur.

Ancak başa alıyorum, pek karmaşık ilerlediğimin farkındayım ve elbet Albay'ın da etkisi var bunda. Elime kalemimi almaktan dahi korktuğum bir sırada bana gelip bir günlük tutmamı istedi. Şu basit ricalardan değildi söz ettiğim, dudaklarını büzdü ve kirpiklerini soktu devreye. Tüm zaaflarımın çok iyi farkındadır Albay ve kanındaki şeytan tüyü sağ olsun, bunları bana karşı kullanırken hiçbir zaman geri adım atmaz.

Bu yüzden yazmaktan itinayla kaçınsam dahi Jeon Jeongguk'u kıramadığım için bu sayfaları dolduruyorum. Haziran'ın yirmisine bastık bu gece, yani, sayılar bizi tekrardan acizliğe uğratmıyorsa eğer uçağımızın Pasifik Okyanusu'nun herhangi bir köşesine çakılışının ardından yedi gün ve sekiz gece geçti.

Her şeyin başına dönüyorum, Seoul'de uçağa bindiğim dakikalara. Zenginlerin parasını nereye harcayacağı derdine deva olan, binlik banknotlar yağdırdığımız bir Business Class uçuşuydu. Yerdiğim düşünceyi uygulamamış olmayı tercih ederdim elbette, fakat bir gerçektir ki, deli ve varlıklı bir babaya sahip olmak size istemediğiniz ve dilemediğiniz şeyleri yaptırır. Babama sırf haberi olsun ve eve gidip beni bulamadığında yine tüm polis teşkilatını ayağa kaldırmasın diye Los Angeles'a gittiğimi söylemek için uğramıştım yanına. Birkaç dakikaya elime uçak biletini tutuşturup gülümseyerek siktir olup gitmemi söylemişti. Havana'ya da aynı şekilde uğurlamıştı ki sanırsam o uçuşu en iyi yolculuklarımdan yapan etkenlerdendi bu.

Sonuç olarak olmayı dilemediğim uçağın rahat koltukları arasında pek de hoşlanmadığım bir şarabı yudumluyordum. Yanında şu koskocaman tabaklara tükürürcesine koydukları bir et vardı. Ona dokunmadım, Varanasi'de geçirdiğim altı ay sonrasında alıştığım bazı Hindu gelenekleri sağ olsun, ete bakamaz olmuştum. Babamla yemeğe çıktığımız günlerde biraz sorun oluyordu bu, et yiyemeyeceğimi ona her söyleyişimde ayağa kalkıp "vejateryenlik aptallıktır" başlıklı vaazını veriyordu.

Uçağa bindiğimde yardımcı pilot, kokpitin kapısının önünde duruyordu. Yakışıklı bir adamdı, uzun bir yüzü ve orantılı bir burnu vardı. Açık kahverengi saçlarını örten beyaz şapkasına ve tabii, pilotların pek bir gururla taşıdığı beyaz üniformasına takılmıştım biraz. Üniforma nefretim gençliğimden devretmişti bana, bir çeşit esirlik olduğuna dair bir inancım vardı ki bu fikrimi sonrasında adını öğrendiğim yardımcı pilotumuz Jung Hoseok'a açtığımda bana aptal olduğumu söyleyerek gülmüştü.

vol de nuitHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin