Gelecek bize çok uzak gelir. Köklü değişiklikler görebilmek için uzun yıllar geçmesi gerektiğine inanırız. Bir saniye sonrasının bile gelecek olduğunu anlamak istemeyiz bir türlü ama gelecek bir saniye sonrasıdır.
İşte, gelecek oldu bile.
Profesör Mortim'in bunu anlaması belki bize göre daha kolaydı. Çünkü yeni tasarladığı zaman makinesini ayarladıktan bir saniye sonra bin yıl ilerlemişti zamanda. Hani su gibi akıp gider derler ya, bu sefer sudan bile hızlı akmıştı her nasılsa zaman.
Makineden dışarı adım attığında kendi evinde olmadığı çok açıktı ama nerede olduğunu kestirmek de düşündüğü gibi kolay olmamıştı. Tanıdık hiçbir şey göremiyordu. Belki bir sembol görse hangi şehirde olduğunu anlatacak, ya da bir bayrak... Bir iki insan sesi duysa. Hatta konuştukları dili bir duysa asıl...
İçi içini yiyordu Profesör'ün, kalbi sıkışıyor, eli ayağına dolanıyor, ne yapacağını bilemiyordu. Tanıdık herhangi bir şey görebilmek umuduyla sağa sola bakıyor bir şeyler arıyordu. Ruhuna iyi gelecek, onu yatıştıracak bir şeyler görmek istiyordu. Geçmişten, yani geldiği yerden, bildiği bir şeyler...
Oysa 2008 yılından kalan hiçbir şey görünmüyordu etrafta. Daha doğrusu kayda değer hiçbir şey görünmüyordu. Sadece yeşillik, alabildiğine yeşillik görüyordu Profesör. Fakat bu kadar yeşilliğin içinde nasıl olur da bir yaşam formu göremezdi? Çiçeklerin etrafında vızıldayan arılar, yaprakların üzerinde tırtıllar, yerde karıncalar olması gerekmiyor muydu?
En ilginci de insanlar... Dışarıda bir kişi bile mi olmazdı? Ya bu melodi? Ortada hiç ses sistemi görünmemesine rağmen nereden geliyordu?
Biraz yürüyüp etrafı keşfetmeye karar verdi Profesör. Ne kadar yürürse o kadar şaşırıyor, şaşırdıkça da yürümeye devam ediyordu. Aralıklarla inşa edilmiş evlerin bahçesinde lüks ama yine de olabildiğince minimal eşyalar gözüne çarpıyor, bu eşyaları kimin kullandığını merak ediyordu haklı olarak. Hiçbiri tozlanmamış, eskimemişti. Yani en azından görüntü böyleydi, bin yıl önceki mobilyalardan hiç bir farkları yoktu uzaktan.
Evlerden birinin kapısını çalmak, merakını gidermek istiyorsa da içten içe korkuyordu Profesör, yine de bir ev seçip ona doğru yürümeye başladı. Kapı açılınca ne diyeceğini defalarca kurgulamıştı içinden ama bir türlü eli gitmiyordu kapı tokmağına. Önce kelimeleri beğenmedi, sonra üslubunu... Böyle şaşkın şaşkın, biraz da titreyerek anlatırsa zaman yolculuğu yaptığını, ona kim inanırdı? Kendinden emin konuşması gerekirdi ki dinleyen kişiler de ondan emin olsun. Peki ya yine de inanmazlarsa?
En sonunda ne diyeceğini kararlaştıran Profesör kendinden -olabildiğince- emin adımlarla kapıya doğru yürürken gözü girişin sol tarafında bir aynaya takıldı, ve aynada kendi aksini göremeyince korkarak bir kaç adım geri gitti. Bu sırada ayağını sert bir cisme çarpan Profesör, aşağı baktığında çarptığı şeyin sadece kare şeklinde kesilmiş çimen olduğunu görünce , biraz da acıyla karışık, bir çığlık kopardı.
Biraz aşağı eğilip çimenleri elleyince gerçeği anladı profesör, bu çimenler kamuflaj olarak kullanılmıştı. İçlerinde ise ses sistemine benzettiği yapılar vardı. Demek melodi buradan geliyordu. Ama neden melodi çalıyor, kim çalıyor ve nereden çalıyordu?
Profesör Mortim kafasında soruları cevaplamaya çalışırken son yarım saattir alışmış olduğu huzurlu melodi, yerini siren seslerine bıraktı. Bir anda başlayan tiz sesin neleri değiştireceğinden habersiz korkuyla beklemeye başladı...