Gözlerini açmak hiç bu kadar zor olmamıştı Profesör Mortim için, ama açmak zorundaydı. Anlamlandıramadığı bazı konuşmalar duyuyordu. Tamamen uyanıp da bilinci açıldığında duyduğu kelimelerin İngilizce olduğunu anladı. Ona kültürler ile ilgili bir makale okuyorlardı.
En sonunda gözlerini açmaya karar verdiğinde bembeyaz bir odada buldu kendini. Dişçi sandalyesine benzeyen bir yerde oturmuş, beynine doğru giden - ama göremediği- bazı kablolar hissediyor, ellerinin bağlı olmamasına şaşırıyordu biraz da. Az sonra şaşıracağı başka şeyler de görecekti. Mesela kapısı olmayan bu oda...
****
Profesör Mortim bu düşüncelerle boğuşurken gözlerini açtığı andan beri onu izleyen bilim heyeti de içeri girip girmeme konusunda tartışıyorlardı. Bin yıllık evrim süreci ve teknolojik gelişmelerin yarattığı etki insan formunu zaman içinde değişime uğratmıştı. Tabi bu sosyal hayat, konuşma dili de dahil olmak üzere her şeyin değiştiği anlamına geliyordu. Globalleşme son noktaya gelmiş, zaman içinde devletler yok olmuştu. Kalan insanlar kendilerine eski hataları tekrarlamamak için söz vermiş, yıkılan sistemden hiçbir şey almamış kendi düzenlerini yaratmışlardı. Nesilden nesile pasifleşmişlerdi. Bilime ve sanata odaklanıp siyasetin kirli oyunlarına bulaşmamış, ortak güvenlik algısı oluşturarak suçların önüne geçmişlerdi. Bir kişi suç işlediğinde bütün insanlık bir arada duruyor, suçunun büyüklüğüne ve derecesine göre hep birlikte karar alıyorlardı. Herkesin bir fikri ve bu fikri dile getirebilme özgürlüğü vardı.
Bu adamın ise sağı solu belli olmazdı. Formu ve kıyafetleri geçmişten geldiğini belli ediyordu ama niçin geldiğini kimse bilmiyordu. Uzun yıllardır uğraştıkları bu sistemi yok edebilirdi. Sonuçta eski dünya düzeninin sonunu getiren bir nesildi bu nesil. Barış içinde yaşamayı bilmeyen, herkesin herkese karışmayı kendinde hak gördüğü ilginç bir dönemin insanı...
Önce bir kaç test yaparak konuştuğu dili bulmak istedi bilim heyeti. Eski tarihlerde kullanılan dilleri bir bir dinletip bu yabancı misafirin beyninde karşılık bulup bulmadığına baktılar. O yüzyılda en çok konuşulan dil olan Çince ile şanslarını denemek istediler. Profesöre ileri seviye Çince bir metin dinlettiler, fakat beyni yanıt vermedi. Seviyeyi gittikçe düşürdüler ve testin sonucunda anadil eşleşmesi Çince için %0 ihtimal gösteriyordu. Sıra İngilizce'deydi. Bu testte 85 oranında bir ihtimal belirince İngilizce'nin ana dili olmasa da Profesör'ün konuşabileceği bir dil olduğu anlaşıldı. Bu sırada çalışmalar en çok kullanılan dillerden en az kullanılanına doğru bir bir test edilmeye devam edildi ve bir kaç testten sonra yabancının ana dilinin bu topraklarda konuşulmuş olan Türkçe olduğu anlaşıldı.
Bütün dillerden olduğu gibi neredeyse 500 yıldır kullanılmayan bu dilden de geriye sadece ismi kalmıştı. İnsanlar artık konuşmuyorlardı ki. Evrensel seslerle, yüz ifadeleriyle, ve biraz da beden dillerini kullanarak anlaşıyorlardı. Zaten konuşmaları gereken bir konu olmuyordu. Çok büyük bir kısım alışveriş yapmıyor, işe gitmiyor sadece gelişmiş şeylerle uğraşıyordu. Hiç sorun çıkmıyor, kimse kavga etmiyor, bağırış kopmuyordu. İnsanlar ne konuşacaktı ki?
Ama bilim heyetinde durum farklıydı. Onlar, bilgi birikimlerini gelecek nesillere aktabilmek için yaptıkları çalışmaları kaydetmek zorundaydı ve bunun için de bir dili kullanmaları kaçınılmazdı. Bunun için de geliştirdikleri evrensel bir dil vardı ve çok lazım olursa bunu kullanıyorlardı. Bilim heyetinden başka kimse de bir dil konuşmuyordu işte. Yani halk öyle zannediyordu. Ta ki profesör gelip ortalığı karıştırana kadar...